AHİR ZAMAN’I BEDİÜZZAMAN
İLE
ANLAMAK
İÇİNDEKİLER
Ahir Zamanda
Gelecek Olan Hz. Mehdi
Bir Şahsı Manevi Değildir
Şahıs Ve Şahsı Manevi
Bir Bütündür
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin Siyaset
Ve Saltanat Alanlarındaki
Görevlerini Nasıl Açıklamıştır?
Bediüzzaman Eserlerinde,
Kendisinin “Son Müceddid”
Ve “Mehdi” Olmadığını
Delilleriyle Birlikte Açıklamıştır
EK BÖLÜM:
Evrim Teorisinin Sonu
Ahir
Zamanda
Gelecek
Olan Hz. Mehdi
Bir
Şahsı Manevi Değildir
Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda
gönderileceği müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm
dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek
ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi’nin ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti
tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi’nin
çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardı ardına
gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir. Peygamber
Efendimiz (sav)’in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı
işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi’nin geleceğine dair Kuran
ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler
dikkatlice incelendiğinde Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak
derecede kesinlik gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından
kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamaları da,
Kuran’da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı
doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman’ın eserlerinde kullandığı “şahsı manevi”
kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. Mehdi için de söz konusudur.
Rivayetlerden ve İslam alimlerinin izahlarından Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi
olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar
detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde
anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi’nin de kendisinden önceki tüm
elçiler gibi bir şahsı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı
manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi’nin
kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi’nin şahsı
manevisi de ona tabi olanlarla birlikte başlarında imam olarak kendisidir.
Şahıs Ve Şahsı Manevi
Bir Bütündür
Şahıs Ve
Şahsı Manevi Ruh Ve Beden Gibidir
Bir şahıs olmadan onun şahsı manevisinden söz
edebilmek mümkün değildir. Çünkü ikisi bir bütünü meydana getirir, adeta ruh ve
beden gibidir. Birinin kabulü, diğerinin reddi olmaz.
Her peygamberin ve elçinin çevresinde onun
maneviyatının tecellisi olan bir şahsı manevi oluşur. O elçiye tabi olan, onu
örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin oluşturduğu bir kitle ve hareket de,
onun şahsı manevisini oluşturur.
Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu,
Kuran’da bildirilen Allah’ın bir adetullahıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said
Nursi de “şahsı manevi” terimini kullanırken Kuran’ın adetullahında olduğu
şekilde kullanmıştır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de kendi talebeleri ve
eserleri için şahsı manevi tabirini kullanırken, bu şahsı manevinin başında
yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur’un şahsı manevisine, eserler ile onu
takip eden talebeler de dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu
ifadeden ayrı tutulamaz.
Şahsı manevi kavramını, onun önderi olan,
başındaki şahıstan ayrı, müstakil ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata
olur. Kuran’da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da bir
kumandan yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim
olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde müminlerin başsız, kendi
halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran’da bildirilen adetullaha uygun
değildir (en doğrusunu Allah bilir).
Hz. Mehdi de bir şahsı manevi olarak değil,
bizzat gelip ahir zamanda Müslümanların başına geçecek, onları Allah’ın izniyle
içine düştükleri sıkıntı ve zorluklardan kurtarıp huzur, adalet, nimet ve
bolluğa kavuşturacaktır. Mehdi’nin bir şahıs olarak gelip, kendi cemaatinin başında
bulunarak o cemaatin şahsı manevisini temsil ederek faaliyet yapacağını
Bediüzzaman çok açık bir şekilde izah etmiştir.
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, HZ.
MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz. Mehdi'nin) TEMSİL
ETTİĞİ KUDSİ (mukaddes, kutsal) CEMAATİNİN ŞAHSI MANEVİSİNİN ÜÇ VAZİFESİ
var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan
çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını Rahmet-i İlahiyeden (Allah’ın
rahmetinden) bekliyoruz. Ve O’NUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman, bu sözünde Hz. Mehdi'nin ahir
zamanda muhakkak geleceğini ve Hz. Mehdi ile mukaddes cemaatinin birlikte
yerine getirecekleri üç büyük vazife olacağını açıklamaktadır:
Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ile ilgili
önemli birkaç konuyu birden açıklamıştır. Bediüzzaman öncelikle “HZ. MEHDİ
AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelecek bir şahıs olduğunu hatırlatmıştır. Bir şahsı
manevinin herhangi bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak bir
insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi söz konusu olabilir. Bediüzzaman da
burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişilik olmadığını, “BİR
ŞAHIS” olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi’nin ve
cemaatinin iki ayrı kavram olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin bir “şahsı
manevi” olduğu iddiasının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Bediüzzaman “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ kudsi cemaatin şahsı
manevisi” sözleriyle “Hz. Mehdi'nin bir cemaati” olacağını ve “bu
cemaatin başında da onu temsil eden Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını”
ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin bir cemaatinin olabilmesi için, öncelikle Hz.
Mehdi'nin bir şahıs olarak var olması gerekmektedir. Çünkü bir şahsı manevinin
kendine ait bir cemaatinin olabilmesi elbette ki söz konusu değildir.
Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın
belirttiği bu durumu birkaç soru sorarak da anlayabiliriz:
1- Bediüzzaman
Hz. Mehdi Al-i Resul’ün neyi temsil ettiğini bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahsı manevisini.
2- Bediüzzaman
kudsi cemaatin şahsı manevisini kimin temsil ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi'nin.
Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve onun mukaddes
cemaatinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yanında
bulunan mümin topluluğunun mukaddes bir cemaat olduğunu, bu cemaatin
önderliğini yapan Hz. Mehdi’nin de Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen mukaddes
biri olacağını belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son cümlesinde “ONUN
ÜÇ GÖREVİ OLACAK” cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu üç görevi,
yanındaki kutsal toplulukla birlikte, Hz. Mehdi'nin de bizzat başlarında
bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.
Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin manevi birer
şahıs, ruh ya da mana gibi görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran
ayetlerinde bildirilen Allah’ın adetullahı (Allah’ın kanunu) ile tamamen
çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahsı manevi
olarak gelmemiştir. Kuran’da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve
resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi
verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine davet
etmiş, onları Allah’ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri cennetle
müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına,
kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle
karşı koymuş, onları Allah’ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır. Tüm
bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs
olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini
göstermektedir.
Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah'ın
kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa
ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve elçilerin
olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de kendilerinden ayrı olarak şahsı
manevileri de olacaktır. Kuran’da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve elçilerin
çevresinde, onlara inanan ve gösterdikleri hak yolu izleyen birer topluluk
olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle
birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin şahsı manevilerini
oluşturur. Kuran’da peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu durum
açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in ashabı onun şahsı
manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in varlığı şartı
ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek, Bediüzzaman’ın da dile
getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının
başında bizzat birer hidayet önderi olarak bulunacaklardır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsederken, “ONUN”
zamirini kullanarak, bir kez daha Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, Hz.
Mehdi'nin üç büyük görevi olacaktır. Hz. Mehdi bu görevlerini yerine
getirirken, etrafında bir de kendisine destek olan mübarek bir topluluk
bulunacaktır. Bu büyük görevler “Hz. Mehdi ve onun kutsal cemaatinin"
birarada gerçekleştireceği görevlerdir. Ancak Bediüzzaman'ın “ONUN üç görevi
olacak” sözleriyle açıkça vurguladığı gibi, Hz. Mehdi bu topluluğun başında
bizzat bulunarak bu görevleri yerine getirecektir.
Üçüncü vazifesi:
... O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman
edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan)
HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR
SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin
katılımlarıyla O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR.
(Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü
görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği
bir dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam
birliğini kuracak ve bu büyük görevlerinde kendisine destekçi olan pek çok
salih insan bulunacaktır.
“O ZAT”:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un
birçok yerinde olduğu gibi, bu sözlerinde de Hz. Mehdi için “O ZAT”
ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman, hem “O” kelimesiyle hem de “ZAT”
ifadesiyle Hz. Mehdi'nin bir topluluk veya manevi bir kişi değil, bir “ŞAHIS”
olduğunu açıkça belirtmiştir.
Yüksek ilim ve hikmet sahibi Bediüzzaman hiç
kuşkusuz ki bu vurguları da belirli bir hikmetle yapmakta ve tüm Müslümanları
Hz. Mehdi'nin “bİr ŞAHIS”
olduğu konusunda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.
“VAZİFE-İ UZMAYI (BÜYÜK GÖREVİ)
YAPMAYA ÇALIŞIR”:
Bediüzzaman “O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA
ÇALIŞIR” sözleriyle “Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, “BİR İNSAN
OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI” ifade etmiştir. Zira bir şahsı manevinin bir
görevi “yapmaya çalışması” söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir
insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği
vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin
yerine getireceği hizmeti “BÜYÜK GÖREV” olarak nitelendirmiştir.
Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden
önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, “ÇOK BÜYÜK
ÇAPLI” faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim
kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini
üstlenecektir. Bediüzzaman'ın “VAZİFE-İ UZMA” sözleriyle ifade ettiği bu
olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden
olacaktır.
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ
MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ
VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR
ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya
üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların
geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç
önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ
MEHDİ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya
açıklık kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in
hadislerine dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici)
gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri
14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını
belirtmiştir.
Bediüzzaman burada ayrıca Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olmadığını da açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana 14. yy’a
kadar gelen tüm müceddidler birer “ŞAHIS” olarak gelmişlerdir. 14. yy’da
bu durum değişmeyecek, Hz. Mehdi de bir şahıs olarak bizzat görev yapacaktır.
Bediüzzaman “GELİYOR VE GELMİŞ” sözleriyle bu sürekliliği ifade etmiş, “GELİYOR”
kelimesiyle bu adetullahın halen devam etmekte olduğunu belirtmiştir.
HER BİRİ:
Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ”
ifadesiyle Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi
gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir.
Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer
şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir
şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahsı manevi olacağı düşüncesi
elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen
tüm müceddidlerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey
söz konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği
açıklamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in
rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir
zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle
Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden yerine getirecektir.
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM.
Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT'TEN
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ Lahikası,
s. 247-250)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin
Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan
olacağını belirtmiştir:
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli
özelliklerinden biri de, “seyyİd”
yani Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden
başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN) BİR
ZATI (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
BEN KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM:
Bediüzzaman seyyid değildir ve, seyyid olmamasının
kendisinin Mehdi olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir.
Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu
öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının
nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır, ben Mehdi değilim”
diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira
Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve “ben seyyid
değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı,
bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken
bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak
Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı,
bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir
soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman
bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini hatırlatarak “seyyid
olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını”
belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim
diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi...
hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz
(sav)’in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi
hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben
seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir
şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir.
Bunun yanı sıra her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da
söz konusu değildir. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan
bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için,
her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu
konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da
dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı
benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi
yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI:
Bediüzzaman “AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI”
ifadesiyle Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığını bir kez daha
delillendirmiştir. Bediüzzaman açıkça “O BÜYÜK ŞAHIS” diyerek Hz.
Mehdi'nin şahs-ı manevi olmadığını, gerçek ve beklenen “BİR KİŞİ”
olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın O ve ŞAHIS
kelimelerini özenle seçtiği ve tekrarladığı çok açıktır. Bediüzzaman bu
şekilde, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olabileceği düşüncesini, hiçbir itiraza
yer bırakmayacak şekilde geçersiz kılmaktadır.
AL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan)
OLACAKTIR:
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN OLACAKTIR”
sözleriyle Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyid bir kimse
olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli bölümlerinde Hz.
Mehdi'nin bu özelliğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık
olmadığını, belirli bir soydan gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu
vurgulamıştır. Peygamberimiz (sav)'in de Hz. Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği
çok sayıda hadisi vardır. Bir şahsı manevinin peygamber soyundan gelmesi
elbette ki söz konusu değildir. Ayrıca böyle bir düşünce hem Peygamberimiz
(sav)'in hadisleriyle hem de Bediüzzaman'ın sözleriyle çok açık bir şekilde
çelişmektedir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.
Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ
VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi)
OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE
EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK... (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden
birincisinin ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan
kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir:
AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman “AHİR ZAMANDA GELECEK” diyerek
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini ifade etmiştir. Eğer
Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz. Mehdi'nin gelip
faaliyetlerine başladığı kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz “GELECEK”
kelimesi yerine “gelmiş” ya da “geldi” gibi sözler kullanırdı. Ancak böyle bir
durum henüz gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin geliş vaktinin “İLERİDE”
olacağını belirten bir kelime kullanmıştır.
Bediüzzaman “GELECEK” kelimesini, bu
kitabında yer alan Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde pek çok defa kullanmıştır.
Bediüzzaman, aynı ifadeyi defalarca tekrarlayarak bu konuya kesinlik
kazandırmış ve Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda ortaya çıkacağı
konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin “GELECEK
BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir şahsı manevinin “GELMESİ”nden
değil, ancak “OLUŞMASI”ndan bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu sebeple
“ahir zamanda oluşacak” dememiş, “ahir zamanda GELECEK” sözlerini
kullanarak, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.
ZATIN:
Bediüzzaman kullandığı “ZAT” ifadesi ile
ise, Hz. Mehdi'nin “manevi bir varlık” değil, “BİR ŞAHIS” olduğunu
olabilecek en açık şekilde izah etmiştir. Bilindiği gibi “ZAT”
kelimesinin sözlük anlamı, “KİŞİ, KİMSE, ŞAHIS”dır. Aynı zamanda da
“tekil” yani “BİR KİŞİ”den bahsedildiğini açıklayan bir ifadedir.
Bilinen bir kişiyi belirtmek amacıyla kullanılır. Aynı zamanda da bir saygı
ifadesidir. Onlarca risaleyi birbirinden hikmetli ifadelerle kaleme alan büyük
İslam alimi Bediüzzaman da hiç şüphesiz ku bu kelimenin anlamını tüm
detaylarıyla çok iyi bilmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olacağını anlatmak isteseydi, kuşkusuz ki bunu açıkça belirtecek kadar
kesin anlamlar ile “BİR İNSAN”ı ifade eden “ZAT” kelimesini
kullanmazdı. Bunun yerine “şahsı manevi” kavramını ifade edecek birbirinden
hikmetli çok çeşitli kelimeler seçebilirdi. Buna rağmen açıkça “ZAT”
kelimesini tercih etmiş olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğu
konusundaki kanaatini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; SONRA
GELECEK O MÜBAREK ZAT RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE
TATBİK EDECEK (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin
gelişini müjdelemiş ve bu mübarek zatın, faaliyetlerini yerine getirirken
kendisini “Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayan bir öncü” olarak tanımlayan
Bediüzzaman'ın eserlerinden de istifade edeceğini belirtmiştir:
SONRA GELECEK:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, önceki
müceddidlerin ve Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemlerde gelmediğini söylemiş; bu
mübarek zatın bunların hepsinden “SONRA” geleceğini ifade etmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman bu durumu, yalnızca gelecek zaman ifade eden bir fiil
kullanarak değil, bunu bir de “SONRA” kelimesiyle destekleyerek çok
kesin bir üslupla açıklamıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin
“bir şahsı manevi” olmadığını, “belirli bir zamanda gelecek BİR ŞAHIS
olduğunu” da açıkça belirtmiştir.
O:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den “BİR KİŞİLİK ZAMİRİ”
olan ve “TEK BİR KİŞİ”yi ifade eden “O” kelimesiyle bahsetmiştir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'yi tanımlamak için böyle bir sözcük seçmiş olması ise
elbette ki bir tevafuk değildir. Bediüzzaman broşürün başından bu yana yer verilen
sözlerinin pek çoğunda, Hz. Mehdi için yine “O” zamirini kullanmıştır.
Kuşkusuz ki yüzlerce sayfadan, onlarca kitaptan oluşan büyük bir külliyat
meydana getiren büyük mütefekkir Bediüzzaman, eserlerinde kullandığı her
hikmetli kelime gibi, bu sözcüğü de son derece bilinçli ve kasıtlı bir şekilde
bu kadar çok tekrarlamıştır. Çok açıktır ki Bediüzzaman Müslümanlara, Hz.
Mehdi'nin sadece “maneviyat ifade eden bir kavram” olmadığını belirtmekte, ahir
zamanda tüm inananların sorumluluğunu üstlenecek özelliklere sahip “BİR
İNSAN”, “BİR ŞAHIS” olduğunu müjdelemektedir.
MÜBAREK ZAT:
Bediüzzaman, aynı sözü içerisinde tekrar tekrar “ZAT”
kelimesini kullanarak Hz. Mehdi'nin müminlere önderlik edecek “BİR ŞAHIS”
olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.
Bediüzzaman ayrıca burada bu “ZAT”
kelimesini bir de nitelendirmekte ve Hz. Mehdi'nin “NASIL BİR ZAT”
olduğunu da açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “MÜBAREK BİR ZAT”
olduğunu belirtmektedir. “MÜBAREK” kelimesi “İlahi hayrın bulunduğu”
anlamına gelmektedir. Bediüzzaman da burada kullandığı bu “mübarek” sıfatıyla
Hz. Mehdi'nin imanını, yerine getireceği vazifeleri övmektedir. Bediüzzaman
verdiği tüm bu detaylı bilgilerle Müslümanlara Hz. Mehdi'nin ahlakını ve
mücadelesini tanıtmakta, bu üstün ahlaklı şahsın hangi özellikleriyle
tanınabileceğini anlatmaktadır.
RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI
OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK
(YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYACAK
VE UYGULAYACAK):
Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi'den önceki
yüzyılın müceddidi olması sebebiyle kendisini “Hz. Mehdi’nin bir öncüsü”, “ona
zemin hazırlayan bir askeri” olarak tanımlamıştır. Yine bir sözünde de,
“kendisinin ektiği tohumların Hz. Mehdi tarafından geliştirileceğini ve bu
mübarek şahıs vesilesiyle bu tohumların sümbülleneceğini” anlatarak, Hz.
Mehdi'nin gelişinden önce yaptığı çalışmalarla ona “bir ön hazırlık” yaptığını
anlatmaktadır. Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı’nın Hz.
Mehdi’nin tebliğinde kullanacağı bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, ortaya çıktığında Hz. Mehdi’nin, Risaleleri hazır yazılmış olarak
bulacağını ve imanı kurtarma vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz.
Mehdi'nin “KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” bir
kez daha açıklığa kavuşturmuştur.
O ZATIN İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını
ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve
yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin ikinci
görevinin Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak
olduğunu açıklamaktadır:
O:
Bediüzzaman sözlerinde sık sık tekrarladığı bu
kelime ile, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi'nin “manevi bir önder”
değil, bizzat müminlerin başına geçerek, onları hidayete yöneltecek “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada “onlar” gibi çoğul bir
topluluğu ifade eden bir kelime de kullanmamış, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR KİŞİ”
olduğunu ifade eden “O” sözcüğüne yer vermiştir. Bediüzzaman bu
açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusundaki kesin
kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya koymuştur.
ZATIN:
Bediüzzaman buradaki “ZAT” kelimesiyle,
aynı cümle içerisinde Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusuna açıklık
getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır. Bediüzzaman, Bediüzzaman bu kadar
çok tekrarladığı bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin kesinlikle “manevi bir varlık”
olmadığını açıklamış ve Müslümanların bu kutlu “ŞAHIS” hakkında en doğru
şekilde bilgilenmelerini sağlamıştır.
O ZATIN
üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A
BİNA EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak),İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar
Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve
dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. BU
VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN
FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine getirilebilir). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de
İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir:
O:
Bediüzzaman, bu sözünde “6. KEZ” “O”
zamirini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha
tekrarlamıştır. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “manevi bir isim” ya da “birçok
insandan oluşan bir topluluk” olduğunu düşünseydi, elbette ki tüm bu iddiaları
reddedecek açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'den “O ZAT”
sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmiş ve aksi yöndeki tüm düşüncelerin geçersizliğini
ortaya koymuştur.
ZATIN:
Bediüzzaman, “KİŞİ, KİMSE YA DA ŞAHIS”
anlamına gelen “ZAT” kelimesini bu sözlerinde de “5. KEZ”
tekrarlamış ve Hz. Mehdi’nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğin üstlenecek “üstün
vasıflı BİR İNSAN” olduğunu yeniden vurgulamıştır.
TA AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya
çapında) ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri) CENAB-I
HAKK’IN İZNİYLE GELİR , O DAİREYİ GENİŞLETİR ve O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER
DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.
138)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya
çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i
Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı
hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
ASIL SAHİPLERİ, YANİ HZ. MEHDİ
VE ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman Said Nursi burada ahir zamanda
gelecek ve Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi’den,
Bediüzzaman’ın attığı tohumların “ASIL SAHİPLERİ” olarak bahsetmektedir.
Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin
tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi
olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan
ahir zaman topluluğunun lideri Allah’ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır.
Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı “ASIL
SAHİPLERİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında yerine
getireceği görevlerin asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir
başka önemli nokta ise, Hz. Mehdi ve onun şahsı manevisini oluşturan
talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE
şakirtleri” derken burada kullandığı “VE” kelimesiyle bu duruma açıklık
getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya
gelmesinden Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahsı manevinin
oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır.
Bediüzzaman da burada “HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ” sözleriyle bu gerçeği
dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin
başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını ifade etmektedir.
CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman bu sözünde “Cenab-ı Hakk’ın
izniyle GELİR” diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek bir
şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi “GELME”
fiili manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. “GELME”
fiili burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir
fiildir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'nin gelişinden
bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “GELİR”
sözüyle, Hz. Mehdi’nin o dönemde henüz gelmediğini belirtmekte ve ileride
geleceğini ifade etmektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman "geldi" veya
"gelmiş" dememektedir, “İLERİDE GELECEĞİNİ” ifade etmek için "Ta
ahir zamanda gelir" diyerek, Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir
vakitteki gelişinin zamanını da belirtmiştir.
BİZLER DE KABRİMİZDEN
SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, “BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP”
sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran
ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını, onun gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta
olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin) BİRDEN BİR ŞAHISTA
YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL
(mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ
NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun nurani cemaatini) TEMSİL EDEN
HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(bir araya gelebilir, toplanabilir) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi
olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz.
Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine
getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini
söylemektedir:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin
hadislerde bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in
soyundan gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını”
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık
getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN”
sözleriyle Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına
dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini
hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.
HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği
açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi değil, bir şahıs
olacağını göstermektedir. Zira Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE cemaatindeki şahsı
manevide” söyleriyle Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahsı manevisini
oluşturan cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki “VE”
kelimesi, "Hz. Mehdi'nin ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu”
ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu şahsıyla birlikte, bir de onun şahsı
manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı olmadan, böyle
bir şahsı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği ifade
etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli
şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş
(manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur zuhur
edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri)
dağıtacak BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM
(gözledim) VE EDİYORUM. FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE İSE O KUDSİ
ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O
NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 189)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda
gelecek kudsi çiçekler” olarak nitelendirmiş, kendisinin ise, “yaptığı
hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu belirtmiştir:
BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA ÇIKIŞINI)
ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, “BİR NUR” olarak ifade ettiği
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını çok gözlediğini ve hala
da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir
şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ve kendisinin de bu mübarek şahsın
çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman
değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi Müslüman, İslam
alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi ve beraberindeki müminlere
karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu mübarek zatı sevgi ve
saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler, onlar için Allah’tan yardım
dilemişlerdir. Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm Müslümanların ortak
dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan vesilesidir. Bediüzzaman da
sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin de büyük bir heyecan ve
sevgiyle Hz. Mehdi'nin gelişini beklediğini ifade etmektedir. Bediüzzaman,
burada kullandığı “ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani “ÇOK GÖZLEDİM
VE GÖZLÜYORUM” sözleriyle bu durumu dile getirmiş, ancak hayatta olduğu
süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının gerçekleşmediğini bildirmiştir.
VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE
O NURANİ ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA)
ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ"
sözleriyle, kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek
kişiye zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. “ANLADIK
Kİ” ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve Bediüzzaman'ın bu
gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir. Bediüzzaman bu
kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini, delilleriyle açıkça
ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE"
diyerek çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek
başına değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman
"hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “O NURANİ ZATLARA”
sözleriyle, Hz. Mehdi ve talebelerinin “BİRER ŞAHIS” olduklarını yeniden
vurgulamaktadır. Bu, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'den bahsederken “7 KEZ” kullandığı
“O” zamiridir. “ZAT” kelimesini ise Bediüzzaman broşürün başından
bu yana Hz. Mehdi için “6 KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman'ın her iki
kelimeyi de bu kadar çok tekrarlamış olması, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu
konusunda çok kesin deliller oluşturmakta ve manevi bir kişilik olmadığını
açıkça ortaya koymaktadır.
İstikbal-i dünyeviyede (dünyanın geleceğinde) 1400
sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib (yakın)
zannetmişler. (Sözler, 318)
Bediüzzaman bu sözüyle, bazı şahısların Hz.
Mehdi'nin geçmişte geldiğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz.
Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:
İSTİKBAL-İ DÜNYEVİDE (DÜNYANIN
GELECEĞİNDE) 1400 SENE SONRA:
Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok
kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını
belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den “1400 SENE SONRA”
geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir. Bediüzzaman burada ne
1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam olarak 1400 yıl
sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk gelmektedir. Hicri
13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini
yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak 1960 yılında vefat
etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için kendi yaşadığı
dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla,
açık ve kesin bir tarih vererek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmekte,
Hz. Mehdi'nin kendi vefatından yaklaşık 20 sene kadar sonra geleceğini
müjdelemektedir.
Bediüzzaman ayrıca risalelerinde Peygamberimiz
(sav)'in hadislerine dayanarak “her yüz yıl başında bir müceddid
gönderileceğini” hatırlatmıştır. Bediüzzaman “1400 YIL SONRA” tarihini
vererek aynı zamanda “14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak olan
müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu” haber vermektedir.
GELECEK:
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “1400 sene sonra
GELECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak “geleceğini”
müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi
olmadığını, “belirtilen tarihte gelecek bir şahıs olduğunu”
açıklamaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz.
Mehdi'nin geçmişte ve Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmemiş
olduğu konusuna da açıklık kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse Bediüzzaman
“Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş” dememekte, “gelecek zaman” belirten bir kelime
kullanmakta ve “GELECEK” demektedir.
HAKİKATİ:
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “HAKİKAT”
kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin gelişinin bir
hakikat yani hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar “kesin bir gerçek” olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin
gelişinden önce Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, “1400 sene sonra
gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat” olacağını belirtmiştir. Yani bu kutlu
zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere sahip
olan “GERÇEK MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi sanılan
kişilerden ayırt edilip tanınacağını hatırlatmıştır.
Şimdi, Hz. Mehdi gibi eşhasın hakkındaki
rivayatın (rivayetlerin) ihtilafatı (farklılıkları) ve sırrı şudur ki: Ehadisi
tefsir edenler (hadisleri açıklayanlar), metn-i ehadisi tefsirlerine (hadis
metinlerindeki açıklamalar) ve istinbatlarına (gizli manaları meydana
çıkarmalarına) tatbik etmişler. Mesela: Merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya
Medine’de olduğundan, vukuat-ı Hz. Mehdiyye veya Süfyaniyye’yi (Hz. Mehdi ve
Süfyan ile ilgili olayları) merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kufe, Şam
gibi yerlerde tasavvur ederek (düşünerek) öyle tefsir etmişler (açıklamışlar).
(Sözler, 359)
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi
İstanbul’da olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde
gerçekleşeceğini bildirmiştir:
HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (ŞAHISLARIN):
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, kendisinden
sonra gelecek birçok şahıs olacağını bildirmiştir. Bu kişilerin bazıları
gelmiş, vazifelerini yapıp vefat etmişlerdir. Her yüzyıl başında gönderilen müceddidler
bunlardan bazılarıdır. Peygamberimiz (sav)’in geleceğini haber verdiği
şahısların bazıları da halen beklenmektedir. Bediüzzaman da eserlerinde halen
beklenmekte olan bu ahir zaman şahısları hakkında hadisler doğrultusunda
detaylı bilgiler vermiştir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin yanı sıra, Deccal ve
Süfyan (hadislerde ahir zamanda İslam dünyası içerisinde ortaya çıkacağı ve
Hz. Mehdi'ye karşı mücadele edeceği bildirilen ve Süfyan-ı Deccal olarak anılan
şahıs) gibi inkara dayalı bir mücadele verecek ahir zaman şahısları da
Bediüzzaman'ın bilgi verdiği bu kişiler arasındadır.
Bediüzzaman buradaki “HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN
(ŞAHISLARIN)” sözleriyle öncelikle çok açık bir şekilde Hz. Mehdi'nin
manevi bir varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir. Bediüzzaman
bu ifadesiyle ayrıca Hz. Mehdi gibi, diğer ahir zaman şahıslarının da manevi
kişilikler olmadıklarını, aynı şekilde “bİrer
ŞAHIS” olduklarını açıklamıştır. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu
sözleri, ahir zaman şahıslarından bir kısmının birer “şahıs”, bir kısmının ise
birer “şahsı manevi” olarak gelecekleri iddialarını geçersiz kılmaktadır. Çünkü
Bediüzzaman “Hz. Mehdi gibi şahıslar” sözleriyle bunların tümünü
kapsayan ve hepsi için “ŞAHIS” tanımlamasını yapan bir ifade
kullanmaktadır. Nitekim Bediüzzaman eserlerinde Deccal ve Süfyan’ın birer şahıs
olduklarını ne kadar net bir şekilde açıklamışsa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi
konusunda da bu gerçeği o kadar açık ve anlaşılır ifadelerle dile getirmiştir.
Deccal'in de fiziksel özelliklerini anlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de
fiziksel özelliklerini tarif etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
birer şahsı manevi olacakları düşüncesi, Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına
tamamıyla ters düşmektedir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'den açıkça bir
şahıs kelimesini kullanarak bahsetmekte ve aksi yöndeki düşüncelerin
geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Hem şu sırdandır ki; MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR
ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI çok zaman evvel hatta tabiin (Peygamberimiz (sav)'i sağ iken
görmüş olan müminlerle, yani Ashab’la görüşmüş ve onlardan ders almış olan
salih Müslümanlar) zamanında onları beklemişler yetişmek emelinde bulunmuşlar.”
(Sözler, s. 358)
MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA
GELECEK EŞHASLARI:
Bediüzzaman buradaki ifadesinde de “MEHDİ,
SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI (ŞAHISLAR)” diyerek, ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ve ona karşı mücadele vereceği bildirilen
Süfyan’ın “BİRER ŞAHIS OLDUKLARINI” Sözler adlı eserinde “2. bİr kez” daha belirtmiştir.
Bediüzzaman Risale-i Nur’da yer alan, Hz. Mehdi ve ahir zaman şahıslarından
bahsettiği tüm sözlerinde hep aynı ifadeleri kullanmış, bu kişilerden “şahıs”,
“zat” gibi kelimelerle bahsetmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu gerçeği bir
kez daha ifade etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman, bu kitabında Hz. Mehdi için
kullandığı “GELECEK” kelimesiyle, Hz. Mehdi'nin “ilerideki bir
tarihte gelecek bir şahıs olduğunu” ikinci bir kez daha vurgulamıştır.
Bediüzzaman bu yolla, yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu
açık bir şekilde ifade etmektedir.
Bazı ayat-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife
(hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük
müceddidi) mana-yı
işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN VE CEMİYETİNİN
ÜÇ VAZİFESİNDEN
en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü
görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi
göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı
manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya)
ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak
yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU
MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar
Mecmuası, s. 168)
O:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den “8. kez” “O” zamirini
kullanarak bahsetmiştir. “O” zamiri “TEKİL BİR ŞAHIS” ifade eden
bir kelimedir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bahsederken bir
topluluğu ya da bir şahsı maneviyi kastetmediği çok açıktır. Eğer böyle bir
durum söz konusu olsaydı Bediüzzaman burada “O” yerine “onlar” zamirini
ya da buna benzer bir başka ifade kullanırdı. Ancak böyle bir ifade şekli burada
kullanılmadığı gibi, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin
hiçbirinde kullanılmş değildir. Aksine sadece broşürün bu bölümüne kadar yer
alan sözlerinde bile bu kelimeyi tam “8
kez” tekrarlamıştır. Bediüzzaman bu kelimeyi çok bilinçli bir şekilde
defalarca vurgulamaktadır. Dolayısıyla çok açıktır ki Bediüzzaman burada, tüm
Müslümanlara önderlik edecek ve insanların hidayetine vesile olacak bir kişinin
varlığından söz etmektedir.
GELECEK:
Bediüzzaman, kullandığı “o GELECEK zat”
ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin “ileriki bir tarihte gelmesi beklenen bir şahıs”
olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış
bilgilendirmesi söz konusu olamayacağına göre, Hz. Mehdi Bediüzzaman'ın
zamanında ya da ondan önceki dönemlerde henüz gelmemiştir. Zira eğer böyle bir
durum söz konusu olsaydı o zaman Bediüzzaman, “O GELECEK ZATIN” ifadesi
yerine, “o gelmiş olan zat” deyimini kullanırdı. Buna rağmen Bediüzzaman'ın
böyle kesin bir ifadeyi bu kadar çok tekrarlamış olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin
ileriki bir tarihte geleceğine olan kanaatinin de o denli kesin olduğunu ortaya
koymaktadır.
ZATIN:
Bediüzzaman bu açıklamasında Hz. Mehdi için “O
gelecek zatlar” değil, “o gelecek ZAT” ifadesini kullanmıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi, ruh ya da mana gibi
bir varlık veya bir topluluk olmadığını açıkça ifade etmiştir. “ZAT”
kelimesi “tekil” bir kelimedir ve bir insanı ifade etmek için
kullanılır. Dolayısıyla Bediüzzaman burada “TEK BİR ŞAHISTAN” bahsetmektedir.
Ayrıca bu, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için “7. defa” kullandığı “zat” ifadesidir. Bediüzzaman gibi
büyük bir mütefekkirin, böyle açık bir anlam taşıyan bir ifadeyi bu kadar çok
tekrarlaması kuşkusuz ki belirlibir hikmet üzerinedir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusunda tüm Müslümanları bilgilendirmekte
ve bu kutlu zatın gelişiyle müjdelemektedir.
VE:
Bediüzzaman burada “O gelecek zatın VE
cemiyetinin” ifadesini kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve “BU ZATIN
CEMİYETİ” iki ayrı kavramdır. Bediüzzaman “VE” kelimesini kullanarak bu
ikisinin ayrı şeyleri ifade ettiğini açıkça belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir
şahsı manevi olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini üstlenmiş olsaydı,
Bediüzzaman burada “O gelecek cemiyet” ya da “Mehdilik görevini
üstlenecek cemiyet” gibi bu konuyu netleştiren açık ifadeler kullanırdı. Ancak
Bediüzzaman hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde açıkça “O gelecek zat ve
cemiyeti” sözlerini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin, kendisini izleyenlerden oluşan
bir topluluğun başında bulunan bir şahıs olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın
vurguladığı bu gerçek birkaç soru sorulduğunda da açıkça görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman
ahir zamanda gelecek bu şahsın tek başına mı olduğunu belirmiştir?
Hayır, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin beraberinde bir
cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman,
bahsettiği bu cemiyetin başında herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş midir?
Evet, Bediüzzaman bu cemiyetin başında Hz.
Mehdi'nin bizzat bulunacağını bildirmiştir.
CEMİYETİNİN:
Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından
bahsetmiştir. Bu cemiyet, Bediüzzaman'ın “o gelecek zat” sözleriyle
müjdelediği Hz. Mehdi'nin yardımcılarının ve destekçilerinin oluşturduğu bir
cemiyettir. Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Peygamberimiz (sav)'in
hadisleri doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir cemaati olacağını ve cemaatin Hz.
Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını belirtmiştir.
Ancak Hz. Mehdi'nin bu hareketin önderi ve lideri olarak, bizzat bu topluluğun
başında bulunacağını da ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'ye tabi olan ve
onun tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi”
olarak adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi şu çok açık
bir gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı
maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında,
onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu
açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA
LİDERLİK EDEN TEK BİR ŞAHISTIR”.
O:
Bediüzzaman, burada da “9. kez” Hz. Mehdi için “O” kelimesini
kullanmıştır. “O” kelimesinin tek bir kişiyi ifade ettiği çok açıktır.
Bediüzzaman burada manevi bir kişiden, bir gruptan ya da bir hareketten
bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin bizzat gelişini müjdelemektedir. Bu sözü “9 defa” tekrarlamış olması ise,
Bediüzzaman'ın bu konudaki açıklamalarının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak
kadar kesin olduğunu ortaya koymaktadır.
GELECEK:
Bediüzzaman burada kullandığı “GELECEK”
sözüyle ayrıca Hz. Mehdi'nin gelişinin kesin bir gerçek olduğunu da
vurgulamıştır. Eğer Hz. Mehdi manevi bir şahıstan ibaret olsaydı kuşkusuz ki
Bediüzzaman sözlerinde pek çok kez onun “geleceğini” ifade etmezdi.
Dolayısıyla Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin bir şahıs
olduğunu da açıklamıştır.
ZATA:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un
birçok yerinde olduğu gibi bu bölümünde de “ZAT” deyimini kullanmıştır.
Demek ki Hz. Mehdi, bir cemaat veya manevi bir kişi değil, bir “ŞAHIS”tır.
Buradaki “zat” kelimesi,
Bediüzzaman'ın broşürün başından bu yana Hz. Mehdi için “8. kez” kullandığı bir ifadedir.
Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış yönlendirmesi veya bilgisini gizlemesi
düşünülemeyeceğine göre; eğer Hz. Mehdi bir cemaat veya şahs-ı manevi olsaydı,
kuşkusuz ki Bediüzzaman da “O ZAT” deyimini bu kadar çok tekrarlamazdı.
O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN bir HİZMETKARI ve ONA YER HAZIR
EDECEK BİR
DÜMDARI (yardımcı kuvveti) ve O BÜYÜK KUMANDANIN PİŞDAR BİR
NEFERİ (önden giden bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla
Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman bu sözünde, kendisini Hz. Mehdi'nin
bir tür “öncüsü” olarak nitelendirmiş ve Hz. Mehdi'nin “kendisinden sonra
geleceğini” açıklamıştır:
O:
Bediüzzaman cümlenin başında "O"
zamirini kullanarak “bİr ŞAhsI”
kastettiğini özellikle vurgulamaktadır. "O" zamirinin “tek bİr kİŞİ”ye işaret ettiği
açıktır. Bediüzzaman bir şahsı maneviden, gruptan ya da topluluktan
bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin mübarek şahsının gelişini müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu söz ile birlikte, broşürün
başından beri Hz. Mehdi ile ilgili yer verilen sözlerinde “10. kez” “O” ifadesini
kullanmıştır. Bediüzzaman'ın bu sözlerinin “10 unun birden tevafuk etmiş olması”
söz konusu değildir. Bediüzzaman Hz. Mehdi için bu ifadeyi son derece bilinçli
bir şekilde kullanmakta ve bu yolla bu mübarek zatın bir şahsı manevi ya da bir
topluluk olabileceği yönündeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.
ACİB ŞAHSIN:
Bediüzzaman "ŞAHIS" kelimesini
kullanmakta, belli bir kişiden bahsetmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle bir
topluluktan veya şahsı maneviden söz etmemektedir. Eğer Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin şahsı manevi olarak geleceğini düşünüyor olsaydı, -hayatı boyunca
gerçekleri ifade etmekten asla kaçınmamış büyük bir alim olarak- bunu da açıkça
ifade ederdi. Ancak Bediüzzaman, burada ve daha birçok ifadesinde olduğu gibi,
Hz. Mehdi'nin kutlu zatından bahsetmektedir. Hz. Mehdi'nin ahir zamanda “bİr ŞAHIS” olarak geleceğini
açıkça söylemekte ve bunu, aksi bir yönde tevil edilemeyecek kadar çok sayıda
sözüyle defalarca teyit etmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca şahıs kelimesini
nitelendirmek için tekil bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman “TEK
BİR ŞAHIS”tan bahsetmektedir, “iki veya üç şahıstan” değil. Bediüzzaman'ın
bu sözleri, Hz. Mehdi'nin bir grup ya da bir topluluk olabileceği düşüncesini
tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “bir şahıs”
olduğunu ifade ettiği Hz. Mehdi'nin önemli bir özelliğini de vurgulamıştır. Hz.
Mehdi'nin “ACİB BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “Acib”
kelimesi, “hayret veren, şaşırtıcı, benzeri görülmeyen” anlamındadır.
Hadislerde Hz. Mehdi'nin çok büyük bir fikri mücadelesi olacağı, yaptığı
işlerin dünya çapında etki göstereceği bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz.
Mehdi'den "ACİB" ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha
önce “BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ” olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin
kullandığı yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı
bildirilmiştir. Bu bilgilere göre Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak,
her konuda başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine
çok yoğun saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir. Bediüzzaman
da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin herkesin anlayamayacağı vehbi (çalışmakla
kazanılmayıp Allah'ın lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir şahıs olacağını
ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözünden anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi
döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde bildirildiğine ve
İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları, beklenmedik
siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında tebliğ yapılması
benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz. Mehdi her an Allah’ın
yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle, Bediüzzaman'ın da
belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların şaşıracağı, kolay kolay
açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile olacaktır.
ONA:
Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi için “11. kez” “O” kelimesini
kullanmaktadır. Bu, hem tekil bir ifadedir hem de bir kişilik zamiridir.
Dolayısıyla Bediüzzaman böylece bir kez daha Hz. Mehdi'nin şahsı manevi olarak
değil, “bİR ŞAHIS” olarak geleceğini ve bunun “tek bir
kişi” olacağını vurgulamaktadır. Bediüzzaman kendisinin çalışmalarıyla bir
şahsı maneviye değil, kutlu bir zata ortam hazırladığını "ONA" ifadesiyle
açıkça söylemektedir.
YER HAZIR EDECEK:
Bediüzzaman burada “ONA YER HAZIR EDECEK”
ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir kimse
olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi “hazırlık” bir şeyin
öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda mevcut olan, hazır bulunan bir şey
için hazırlık yapılması söz konusu değildir. Bediüzzaman da burada kendisinin “Hz.
Mehdi'nin gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu” ifade
etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde henüz ortaya
çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir “hazırlık devresi” olduğunu göstermektedir.
Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın
açıklamalarına göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele
olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz. Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev
aldığı gibi, kendisinden önce gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları
da olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük
İslam alimi, kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’ye
ortam hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin,
eserlerinin Hz. Mehdi’nin çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz.
Mehdi tarafından kaynak olarak kullanılacağını ifade etmektedir.
BİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti):
“DÜMDAR” kelimesi “yardımcı kuvvet” anlamına gelmektedir.
Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata imkan
hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra
gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm
güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi’nin bir yardımcısı olduğunu
ifade etmektedir.
O:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'den “12. defa” “O” zamirini
kullanarak bahsetmekte ve onun “tek
bİr ŞAhIs” olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman'ın aynı ifadeyi
defalarca ve ısrarla tekrarlamış olması, kuşkusuz ki bunun bir tevafuk
olmadığını göstermektedir. Bediüzzaman son derece bilinçli ve kasıtlı bir
şekilde “Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek TEK BİR KİŞİ” olduğunu
belirtmekte ve bunun dışında bir düşünceyi öne sürenler için konuya açıklık
kazandırmaktadır.
BÜYÜK KUMANDANIN:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “O BÜYÜK
KUMANDAN” sözlerini kullanarak Hz. Mehdi’nin “kumandanlık vasfına”
da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşımasının söz
konusu olamayacağı çok açıktır. Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz.
Mehdi’nin bu görevi yerine getirecek “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade
etmektedir.
PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri):
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “PİŞDAR BİR
NEFER” ifadesi, “ÖNDEN GİDEN ASKER” anlamını taşımaktadır.
Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere benzetirken, Hz.
Mehdi’nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “kendisini
ÖNDEN GİDEN” bir kişi olarak nitelendirmekle; "Hz. Mehdi'nin ise
kendisinden SONRA GELEN” bir kimse olduğunu netleştirmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca “bİr nefer” yani asker kelimesini
kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden
bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir
"HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ" olarak vasıflandırdığı ve bu kadar
övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından asırlardır
beklenmektedir. Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda,
Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağını müminlere müjdelemektedir.
HAKİKİ BEKLENİLEN ve BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse... (Kastamonu
Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin henüz
gelmediğini, Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir
asır sonra geleceğini bildirmektedir:
BİR ASIR SONRA GELECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir kez daha “GELECEK”
kelimesini kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini ve “İLERİDE
GELECEĞİNİ” tekrar belirtmiştir. Bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin
“manevi bir kişilik” değil, “GELMESİ BEKLENEN BİR İNSAN” olduğunu da bir
kez daha vurgulamıştır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde, gelmesi
beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN
BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ YILLARDA” ortaya çıkacağını haber
vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi döneminde
yaşadığını düşünseydi, böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade ederdi.
Demek ki Bediüzzaman’ın bu konudaki kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak
kadar kesindir.
ZAT:
Bediüzzaman, burada Hz. Mehdi'den “O ZAT”
diyerek bahsetmekte ve Hz. Mehdi'nin mübarek şahsının geleceğini haber
vermektedir. Bediüzzaman bir şahsı maneviden ya da topluluktan söz
etmemektedir. Üçüncü tekil şahsı ifade eden “O” zamirini ve “tek bir
kişi”yi ifade eden “ZAT” sözcüğünü kullanmaktadır. Bediüzzaman böylece
Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR KİŞİ” olacağını da açıklamaktadır.
Bir vechi (sebebi) şudur ki: SİHİR VE
MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (hipnoz ve ruhlarla
bağlantı tarzındaki sahte mucizeleriyle) KENDİNİ MUHAFAZA EDEN VE HERKESİ
TESHİR EDEN (büyüleyen, aldatan) O DEHŞETLİ DECCAL’İ yok edebilecek, mesleğini
değiştirecek; ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ (mucizeleri
olan ve herkesin kabul ettiği) BİR ZAT OLABİLİR Kİ O ZAT en ziyade alakadar
ve ekser insanların (insanların çoğunluğunun) Peygamberi olan HAZRET-İ İSA
ALEYHİSSELAM'DIR.
(Şualar, s. 493)
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in birtakım olağanüstü
güçlerle insanları aldatmaya çalışacağını ancak onun bu fitnesinin, Hz. İsa'nın
ikinci kez yeryüzüne gelmesiyle tamamen ortadan kalkacağını anlatmaktadır:
SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ
İSTİDRACI HARİKALARIYLA (HİPNOZ VE
RUHLARLA BAĞLANTI TARZINDAKİ SAHTE
MUCİZELERİYLE)... HERKESİ TESHİR EDEN
(BÜYÜLEYEN, ALDATAN) O DEHŞETLİ DECCAL’İ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri
doğrultusunda Deccal'in birtakım olağanüstü güçlere sahip olacağına dikkat
çekmektedir. Deccal'in sahte mucizeler göstereceğini bildiren hadislerden
bazıları şu şekildedir:
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye:
“Söyle bakayım! Eğer ben SENİN İÇİN ANANI VE BABANI DİRİLTİRSEM benim senin
Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek. Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun
üzerine İKİ ŞEYTAN ONUN BABASI VE ANASI SURETLERİNDE ONA GÖRÜNECEKLER...
(Sünen-i İbni Mace, 4077)
Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye
musallat kılınarak O KİŞİYİ ÖLDÜRÜP TESTEREYLE BİÇECEK. Hatta o kişinin cesedi
iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal
(orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. ŞİMDİ BEN ONU
DİRİLTECEĞİM..” diyecektir. (Sünen-i İbni Mace, 4077)
Hadislerde, Deccal'in yalancı mucizelerini,
fitnelerini insanlara kabul ettirebilmek için kullanacağı bildirilmektedir.
(Allahu Alem) Zayıf akıllı insanlar bunları adeta birer “mucize”
zannedebilirler. Oysa mucize Allah'ın veli kullarına lütfettiği bir nimettir.
Deccal'in gösterdiği olağanüstü olaylar ise birer istidrac yani Allah'ın
insanları denemek için yarattığı ve inkarcılarda görülen yalancı mucizelerdir.
Bediüzzaman, Deccal'in bu aldatıcı yöntemleri
kullanarak insanların çoğunu etkisi altına alacağını belirtmektedir. Hadislerde
de Deccal'in, hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarla yeterince
bilgi sahibi olmayan veya imanen zayıf olan bazı insanları etkisi altına
alabileceği haber verilmektedir. Özellikle de bütün Hıristiyan dünyasının Hz. İsa'yı
ve Yahudilerin de Mesihi bekledikleri bir dönemde, Deccal'in gösterdiği bu
yalancı mucizeler ve hileler, pek çok kişinin Deccal'e aldanmasına neden
olabilecektir. Bediüzzaman buradaki sözüyle, Deccal'in bu özelliğini
vurgulayarak, aynı zamanda onun bir şahsı manevi olmadığını da ifade
etmektedir. Bediüzzaman, Deccal’in insanları kandırabilecek özellikte, hipnoz
ve büyü gibi aldatıcı yöntemler kullanabilme yeteneğine sahip olduğundan
bahsederek bu durumu açıklığa kavuşturmuştur. Kuşkusuz Bediüzzaman'ın Deccal
konusundaki bu anlatımları doğrultusunda Deccal'in bir şahıs olduğunu kabul
edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi konusunda verdiği onlarca delil ve detaya rağmen
onların birer şahsı manevi olabilecekleri ihtimalini öne sürmek çok yanlış bir
yaklaşım olur. Yüksek ilim sahibi bir şahıs olan Bediüzzaman kuşkusuz ki tüm
sözlerini, Müslümanları en doğru bilgilendirecek şekilde açıklamış, bu konuda
da hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir üslupla “Deccal gibi Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS olduklarını” ifade etmiştir.
ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ
(MUCİZELERİ OLAN VE HERKESİN KABUL ETTİĞİ)
BİR ZAT OLABİLİR Kİ:
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan
kaldırabilecek kişinin ise, Allah'ın rahmetiyle, mucizeleri olan ve insanların
çoğunun kendisine tabi olduğu mübarek “BİR ZAT” olacağını söylemektedir.
Sözünün devamında da bu kutlu kişinin Hz. İsa olduğunu bildirmektedir. Bu son
derece açık ve farklı başka hiçbir düşünceye yer vermeyecek netlikte bir
sözdür: Bediüzzaman açıkça “Hz. İsa'nın BİR ŞAHIS olduğunu” ifade
etmekte, bu kesin ifadesiyle onun bir şahsı manevi olabileceği yönündeki tüm
düşünceleri kökten reddetmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “HARİKA
VE MUCİZATLI VE UMUMUN MAKBULU BİR ZAT” sözleriyle, Hz. İsa'nın yine bir
şahıs olduğunu ortaya koyan önemli bazı özelliklerini vurgulamaktadır.
Bediüzzaman “Hz. İsa'nın harikalar ve mucizeler gösterebilen BİR ZAT
olduğunu” belirtmiştir. Ayrıca “Hz. İsa'nın insanların büyük bir kısmı
tarafından kabul gören BİR ZAT olduğunu” hatırlatmaktadır. Kuşkusuz ki
üstün bir ilme sahip olan Bediüzzaman bir şahsı manevinin mucize göstermesinin
mümkün olmayacağını çok iyi bilmektedir. Aynı şekilde bir şahsı manevinin
“umumun makbulü bir zat” olamayacağını da bilmekte, Hz. İsa'yı tanıtan tüm bu
özellikleri çok bilinçli bir şekilde kullanarak onun “BİR ŞAHIS” olarak
yeryüzüne ikinci defa geleceğini tüm Müslümanlara müjdelemektedir.
O ZAT... HZ. İSA ALEYHİSSELAM'DIR:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
haber verdiği gibi Deccal'in fitnesini Hz. İsa'nın ortadan kaldıracağını
bildirmektedir:
Allah'ın düşmanı olan MESİH-İ DECCAL, İSA
ALEYHİSSELAM’I GÖRÜNCE, TUZUN SUDA ERİDİĞİ GİBİ ERİR. Hz. İsa onu terk edip
bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin ALLAH ONU BİZZAT
İSA ALEYHİSSELAM’IN ELİYLE YOK EDECEKTİR. (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34)
... DECCAL ORTALIĞA FİTNE SAÇARKEN CENAB-I HAK,
MESİH MERYEM OĞLU İSA'YI GÖNDERİR... Nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s)
Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis'e yakın bir belde) karşılaşır ve ONU YOK EDER. (Sahih-i
Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104)
... Müteakiben HZ. İSA, DECCAL'İ ARAR ve
nihayet Beytü’l Makdis’e yakın bir yer olan Bab-ü Lüdd (Lüdd Kapısı) denilen
mevkide yetişerek, ONU YOK EDER. (Sahih-i Müslim, c. 4/2251-2255; İmam
Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 491)
Bediüzzaman Şualar adlı eserinde Hz. İsa için “2. kez” kullandığı “O ZAT”
ifadesiyle, Hz. İsa’nın “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Bediüzzaman burada “İki veya üç zat” dememiştir. Aksine Hz. İsa'dan bahsederken
kullandığı tüm sözler hep “TEKİL” ifadelerdir; ve tümünde de “TEK BİR
ŞAHISTAN” bahsetmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla bir kez daha Hz.
İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını, “MÜBAREK BİR İNSAN” olduğunu çok
açık ifadelerle ortaya koymuştur.
Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ
(yeryüzüne inişi) dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU, NUR-U
İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ Hatta DECCAL
VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ
KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR... (Şualar, s. 487)
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne
ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak bu mübarek zat geldiğinde herkesin kendisini
tanımayacağına dikkat çekmektedir:
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN
NÜZULÜ (YERYÜZÜNE İNİŞİ):
Bediüzzaman “HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’IN
NÜZULÜ” sözleriyle Hz. İsa'nın, Allah’ın bir mucizesi olarak ahir zamanda
insani bedeniyle gökyüzünden yeryüzüne ineceğini anlatmaktadır. Bediüzzaman
verdiği bu bilgilerle Hz. İsa'nın ahir zamanda Hıristiyan toplumunun başında
bir mana ya da manevi bir lider olarak değil, bizzat hidayet önderi “BİR
ŞAHIS” olarak bulunacağını kesin ifadelerle açıklamaktadır.
KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa’nın yeryüzüne
ilk indiği zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu önceleri bilmeyeceğini, ancak
daha sonra farkına varacağını bildirmiştir. “Böyle bir şuur ve bilincin bir
şahsı manevi için söz konusu olamayacağı” çok açıktır. “BİLME” ve “ANLAMA”
kavramları ancak “BİR İNSAN” için geçerli olabilir. Ancak “bir insan
kendisinin kim olduğunu anlayabilir”, içerisinde bulunduğu durumu fark
edebilir. Bediüzzaman da bu durumu çok iyi bilen bir kimse olarak bu sözleri
kullanmış ve Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu gerçeği vurguladığı
ifadelerinden biri de “KENDİSİ” kelimesidir. Bu kelime de yine “ŞAHIS”
ifade eden bir kavramdır ve Bediüzzaman bu yolla “Hz. İsa'nın maddi varlığı
olan mübarek bİr ŞAHIS olarak
geleceğini” tekrar dile getirmektedir.
NUR-U İMANIN DİKKATİYLE
(İMANIN IŞIĞIYLA) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ:
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği
Kuran'da bildirilmiş ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verilmiş bir
gerçektir. Bediüzzaman, çevresindeki insanların, Hz. İsa’nın ahir zamanda
beklenen peygamber olduğunu ancak “İMANLARIYLA FARK EDEBİLECEKLERİNİ”
söylemiştir. Bu da yine Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan bir şahsı manevi olarak söz
etmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman burada açıkça insanların bir
şahsı maneviyi değil, “BEKLEDİKLERİ BİR ŞAHSI” tanımalarından
bahsetmektedir. Bediüzzaman ayrıca “HERKES BİLEMEZ” diyerek Hz. İsa’yı
herkesin tanıyamayacağını bir kez daha belirtmiş, bahsedilenin bir şahsı manevi
değil, maddi varlığıyla ortaya çıkacak “BİR İNSAN” olduğunu tekrar
vurgulamıştır. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne
geldiğinde de samimi olarak iman edenler imanlarının vesilesiyle, Allah’ın
izniyle bu mübarek zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve destekçisi
olacaklardır.
DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE
(ÜRKÜTÜCÜ ŞAHISLAR) KENDİLERİ DAHİ
KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR:
Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan
Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı inkara dayalı bir mücadele verecek
olan ahir zaman şahıslarının da herkes tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “EŞHAS-I
MÜDHİŞE” sözlerinde geçen “EŞHAS-I” kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in
“BİRER ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde şahıs
anlamına gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de kullanmaktadır.
Süfyan ve Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul edip, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin ise sadece şahsı manevilerinin olacağını düşünmek son derece
çelişkilidir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan Deccal ve Mesih Deccal
nasıl birer şahıs olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların fitnelerini ortadan
kaldıracak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle ahir zamanda mübarek
zatlarıyla ortaya çıkacaklardır.
Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER (uyar), TABİ OLUR." diye
rivayeti BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I KUR’ANİYE’NİN METBUİYETİNE VE
HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve tabi olunmasına) İŞaret eder. (Şualar, s. 493)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde
Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde,
Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını
kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa
sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir.
Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır.
Zira kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin
için getirilmiştir."... (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm,
Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu hadisine
dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışlarının önemli
alametlerinden biri olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde ayrıca
Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah'ın izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya
hakim olacağını ifade etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
ittifakıyla yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile olacağını
belirtmektedir.
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR, HZ. MEHDİ’YE
NAMAZDA İKTİDA EDER (UYAR), TÂBİ OLUR:
Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)'in
sahih hadisleri doğrultusunda “HZ. İSA’NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE NAMAZ
KILACAĞINI” belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar için farz kıldığı bir
ibadettir. Şahsı manevilerin birlikte namaz kılması, namazda imamlık yapmaları
mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz ki çok iyi bilincindedir
ve bu sözleriyle, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi'nin “BİRER ŞAHIS” olarak
ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde
namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle
bu ibadetine devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum.
(Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,)
beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI VASİYET
(EMR) ETTİ.” (Meryem Suresi, 30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin mübarek
şahısları ortaya çıkacak, Hz. İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu
iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı
yeryüzüne hakim olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu
hatırlatarak, Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin geldiklerinde karşılıklı diyalog
içerisinde olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı
dönemde ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman
hayattayken böyle bir olay gerçekleşmiş değildir. Hz. İsa’nın gelişi ve Hz.
Mehdi'yle birlikte namaz kılmaları tüm dünya Müslümanları tarafından
beklenmektedir.
Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri
ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor),
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR. HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (önceki
Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun) ÇIKMIYOR, hadis-i
müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, s. 582)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla
ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin
birbirine benzediğini; bu sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini
söylemektedir. Ancak bu hadislerde “Büyük Mehdi”ye dair bildirilen
özelliklerin, “sabık Mehdiler” olarak bahsettiği, önceki dönemlerde gelmiş olan
müceddidlerden çok farklı olduğunu belirtmiştir:
RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR
(KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR):
Bediüzzaman “İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR)
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR” sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin
karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek “Büyük
Mehdi” ile “sabık Mehdiler” arasında ise böyle bir karıştırmanın söz konusu
olamayacağını belirtmiştir. Bunun sebebinin de “Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük
Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması” olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle “BÜYÜK MEHDİ”nin
“geçmiş zamanlarda gelmemiş olduğunu”, bu mübarek şahsın,
“Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip olmasıyla
tanınacağını” dile getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi için
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen özelliklerin tamamını birden
üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle,
o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir. Hz. Mehdi, Allah'ın
izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm bu
alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi
“seyyid”, yani Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacak, İslam ahlakını tüm
dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir adalet, huzur, bolluk ve bereket
getirecektir. Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin farklılığına
dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi olamayacağını
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu konuyu anlatığı sözlerinde bir
başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık
Mehdilerin ve Hz. Mehdi'nin “manevi kişilikler” değil, “BİRER ŞAHIS”
olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira “BİRİ” ve “ÖTEKİ”
sözleri burada “KİŞİ” ifade eden zamirler olarak kullanılmıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle hem “SABIK MEHDİLERİN” hem de “BÜYÜK MEHDİ”nin
“BİRER ŞAHIS” olduklarını ifade etmektedir.
HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK
MEHDİLERE (önceki mehdilere) İŞARET EDEN
RİVAYETLERE MUTABIK (UYGUN) ÇIKMIYOR:
Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir
zaman Mehdisi’nin üç büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi
olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da
açıklandığı gibi, Büyük Mehdi'nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde sabık Mehdilere dair bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında
bu özelliklere sahip olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına,
fiziksel özelliklerine, soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere
ait alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden
bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle,
hadislerde bildirilen müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin
geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz.
Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS” olarak müminlerin
başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle ki:
1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer
şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır.
Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS”tır.
2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine
getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu
görevlerin yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek
ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS” olacaktır.
3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde tarif ettiği sabık Mehdi'lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük
Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi’nin
özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin
bir şahsı manevi olmadığı fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir
şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam alimleri tarafından bilinen bir gerçektir.
Bediüzzaman da burada Büyük Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden
bu farkına dikkat çekerek, yine “BİR ŞAHIS”tan bahsettiğini ifade
etmiştir.
Bu açıklamalarda bahsi geçen “sabık Mehdilerin”
birer şahıs oldukları kabullenilirken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine
bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin “bir şahsı manevi” olacağı
düşüncesini öne sürmek elbette ki çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde
belirtilen ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahsı
manevi olması gerekirdi ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle
bir yaklaşım son derece yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği
gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla
tanınacak olan Büyük Mehdi, ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak
ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden bizzat yerine
getirecektir.
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I
MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok
eder... (Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. İsa'nın yeryüzüne
ikinci kez geleceğini ve Deccal'in fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini
bildirmektedir:
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVİLİK
ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK:
Bediüzzaman bu sözünde “HZ. İSA'NIN
HIRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ” belirtmektedir.
Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz.
İsa'nın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan bir
şahsı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “İSEVİLİK ŞAHSI
MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK” sözleriyle, Allah’ın adetullahına (Allah’ın
kanununa) uygun olarak “HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHSI MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT
BİR HİDAYET ÖNDERİ OLARAK BULUNACAĞINI” ifade etmektedir. Nitekim bir şahsı
manevinin bir şahsı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahsı
manevinin oluşabilmesi için, onun başında öncelikle “BİR ŞAHSIN” var
olması gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa'nın bir
şahsı manevi olmadığını, kendi şahsı manevisinin başında bulunacağını ve onlara
bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın belirttiği bu gerçekler bir iki
soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil
ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa.
2- Hz. İsa kimi temsil ediyor?
İsevilik şahsı manevisini.
Bu soruların cevapları Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan
ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya
koymaktadır.
DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ
TEMSİL EDEN DECCAL'İ:
Bediüzzaman aynı Hz. İsa gibi Deccal'in de bir
şahsı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman “DİNSİZLİĞİN
ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ” sözleriyle, Deccal'in de yine “BİR
ŞAHIS OLARAK BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in
ahir zamanda geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer şahıs olduklarını
çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman şahıslarından biridir.
Bediüzzaman Deccal'in bir şahıs olacağını ne kadar detaylandırarak açıkladıysa,
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda da aynı açıklıkta
deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir
kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi, ancak
Deccal'in bir şahıs olacağını düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira
Bediüzzaman Deccal gibi, “Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS OLARAK
geleceklerini” ısrarla tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte
açıklamıştır.
... Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadislerin ifade
ettikleri mana budur ki: ahir zamanda dinsizliğin iki cereyanı (akımı) kuvvet
bulacak: Birisi: Nifak perdesi altında (inkarcı olduğu halde Müslüman
gibi görünerek) Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in
elçiliğini ve yolunu) inkar edecek SÜFYAN NAMINDA (adında) MÜDHİŞ BİR
ŞAHIS ehl-i nifakın (münafık karakterli kimselerin) başına geçecek,
Şeriat-ı İslamiyenin (İslam dininin) tahribine (yıkılmasına) çalışacaktır. Ona
karşı AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE (Peygamberimiz (sav)'in
nurani soyuna) BAĞLANAN EHL-İ VELAYET (velilerin) VE EHL-İ KEMALİN (kamil
iman sahiplerinin) BAŞINA GEÇECEK AL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan) MUHAMMED MEHDİ İSMİNDE BİR ZAT-I NURANİ (nurlu bir
şahıs) O SÜFYANIN ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFİKANEYİ (münafıklık
akımını) YOK EDİP DAĞITACAKTIR. (Mektubat, s. 53)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde,
ahir zamanda inkarcı felsefelerin yayılması için çaba harcayacak bir şahıs
olduğu bildirilen Süfyan'dan bahsetmektedir. Bediüzzaman Süfyan'ın fitnesinin,
Hz. Mehdi'nin fikri mücadelesi ile ortadan kaldırılacağını haber vermektedir:
SÜFYAN NAMINDA (ADINDA)
MÜDHİŞ BİR ŞAHIS:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği
ahir zaman şahıslarından biri de “Süfyan”dır. Hadislerde, Süfyan'ın
özellikleri ve yürüteceği olumsuz faaliyetler hakkında çeşitli bilgiler
verilmiştir. Bediüzzaman da, bu sözünde Süfyan'ın yapacağı bu faaliyetlerden
bahsetmekte, onun inkara dayalı mücadelesinin Hz. Mehdi vesilesiyle son
bulacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı “SÜFYAN NAMINDA
MÜTHİŞ BİR ŞAHIS” ifadesiyle Süfyan'ın manevi bir varlık değil, “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (sav) de hadislerinde Süfyan’ın
fiziksel görünümü, kusurları ve hastalıkları hakkında bilgi vererek, Süfyan’ın
bir şahıs olduğunu çok açık bir şekilde anlatmıştır.
Aynı durum Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de
geçerlidir. Hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem de Bediüzzaman'ın
eserlerinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin fiziksel özellikleri, mücadeleleri,
faaliyetleri gibi konularda çok detaylı bilgiler verilmiştir. Böyle bir durumda
Süfyan'ın bir şahıs olacağını kabul edip, Hz. İsa veya Hz. Mehdi'nin birer
şahıs olarak ortaya çıkacaklarını kabul etmemek akla ve mantığa uygun değildir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen tüm ahir zaman şahısları “bİrer fert” olarak ortaya
çıkacaklardır ve onların vesilesiyle ahir zamanda insanlık çok büyük olaylara
tanıklık edecektir. Hz. Mehdi, Süfyan'ın İslam aleminde yaptığı manevi
tahribatı bizzat ortadan kaldıracak, İslam ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlanmasını ve dünya çapında
yayılmasını sağlayacaktır. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiş, “SÜFYAN
NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS” olarak bahsettiği Süfyan’ın, yine “BİR ŞAHIS
olduğunu bildirdiği Hz. Mehdi vesilesiyle fikren etkisiz hale getirileceğini”
bildirmiştir.
AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN NURANİ SOYUNA) BAĞLANAN:
Bediüzzaman “AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ
NURANİSİNE BAĞLANAN” sözleriyle “Hz. Mehdi'nin, Peygamber Efendimiz (sav)'in
soyundan olan mübarek BİR ŞAHIS olduğunu” bildirmektedir. Bir şahsı manevinin
belirli bir soyunun olması akla ve mantığa hiçbir şekilde uygun değildir. Ancak
bir insanın peygamber soyundan geleceğinden bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu
sözüyle bu gerçeği bir kez daha vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi
olmadığını, Peygamberimiz (sav)'in soyundan olan “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade
etmektedir.
EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE
KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN)
BAŞINA GEÇECEK:
Bediüzzaman, “EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE
EHL-İ KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK” sözleriyle, Hz.
Mehdi'nin ortaya çıktığında, alimlerin liderliğini üstleneceğini
haber vermektedir. Hz. Mehdi, Allah'ın pek çok
ilim ve hikmetle nimetlendirdiği, çok üstün ahlaklı mübarek bir şahıstır. Hz.
Mehdi'nin ahlakının ve imanının üstünlüğü pek çok hadiste detaylı olarak tarif
edilmektedir. Bu kutlu zat, ortaya çıktığında hem devrinin müceddidi (her
yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) hem de müçtehidi (ihtiyaç
oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) olacak,
dini Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki özüne döndürecektir. Bu üstün
özellikleri nedeniyle kendisi tüm alimlerin önderi konumunda olacaktır.
Kuşkusuz ki bir şahsı manevinin alimlerden, velilerden ve kamil iman
sahiplerinden oluşan bir topluluğun lideri vasfını taşıması söz konusu
değildir. Ancak bir insan, böyle bir liderlik görevini üstlenebilir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin bizzat
mümin topluluğunun lideri vasfını taşıyacak üstün vasıflı “BİR ŞAHIS”
olduğunu ifade etmiştir.
AL-İ BEYT’TEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN)
MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ BİR ZAT-I NURANİ (NURLU BİR
ŞAHIS):
Bediüzzaman, bu ifadesiyle Hz. Mehdi hakkında
birkaç önemli bilgi birden vermektedir. Öncelikle Bediüzzaman “AL-İ
BEYT’TEN” ifadesiyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir.
Bunun yanı sıra “MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ”
sözleriyle Hz. Mehdi'nin ismi hakkında da bilgi vermiştir. Bediüzzaman
Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak verdiği bu bilgiyle, Hz. Mehdi'nin
bir şahsı manevi olmadığını, “İSMİ İLE MÜJDELENMİŞ BİR ŞAHIS OLDUĞUNU”
ifade etmiştir.
Bediüzzaman “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle
ise, Hz. Mehdi'nin “NURANİ BİR ZAT” olduğunu bildirmektedir. Eğer
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada
“bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak
Bediüzzaman böyle bir şey söylememiş, “bir zat-ı nurani” demiştir. Ayrıca
burada kullanılan “BİR” kelimesi de bu konuyu bir başka açıdan daha
açıklamakta, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. “ZAT”
kelimesi de yine “birlik” ifade eden bir başka şahıs ifadesidir. Bediüzzaman
burada “iki zat”, “üç zat” ya da “birileri” ifadesini kullanmamış, Hz. Mehdi'nin
açıkça “tek bir zat” olduğunu belirtmiştir.
Bu aynı zamanda da Bediüzzaman'ın broşürün
başından bu yana Hz. Mehdi için “8.
kez” kullandığı “zat”
ifadesidir. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bir şahsı manevi ya da
bir topluluk olarak bahsetmemektedir. İsmini, soyunu ve nurlu bir kimse
olduğunu haber vererek, Hz. Mehdi'nin kutlu “BİR ZAT”, “BİR KİŞİ”
olduğunu defalarca tekrarlamaktadır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN
BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük
İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini
hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam
alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD
(doğru yolu gösteren kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine
bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I
NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ
BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR. Cenab-ı
Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki
alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını
teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini
(örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye
muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam
aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE
VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin
şiddetlendiği dönemde Allah’ın insanların kurtuluşuna vesile olması için
Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi
göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden
ayıran özellikleri anlatmıştır:
EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD ve
EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl
başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına
göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin
İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri
1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat
etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar
arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den
tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise
Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi
Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi
(yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid
olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra
geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki
"müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK
MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD" dini
hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu
vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın
kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne
uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme
vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da
onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki
bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların
verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve
müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu
da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve
hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi
olarak, kendisinin de “tüm mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir.
Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması
gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu
doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük müceddid
ve müçtehid” olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını
ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya
değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi
ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi
vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU
GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN
BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, s. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye
adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır.
İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ
KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye,
s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi
mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi
olmuştur; İmam Şafi’yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu
eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ
Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük
Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...”
(Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...”
(Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve
tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu
özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir
şahıs olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin aynı zamanda hem “BİR MÜCEDDİD” hem de “BİR
MÜÇTEHİD” olacağını söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun olarak
“dini devrin ihtiyaçlarına göre açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden
hüküm çıkarabilmesi, bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR
İNSAN” olması gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama yapabilmesi,
hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” mümkün değildir.
Bediüzzaman da bu özelliklerini vurgulayarak “HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU”
ifade etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz
(sav)’den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid
bir şahsı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği
adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları
Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu
yanlıştan ayıran, hidayet rehberi olabilecek “BİRER İNSAN” olarak
gelmişlerdir. Örneğin Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler
yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir.
Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz.
Mehdi de Allah’ın izniyle bu adetullaha uygun olarak müceddid ve müçtehid
sıfatlarını taşıyabilecek “BİR ŞAHIS” olarak gelecektir.
HAKİM:
Bediüzzaman’ın kullandığı “HAKİM”
kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden,
idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını
birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu
görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada
belirttiği “HAKİM”lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin başında
olacağını ve Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna
göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun adil hükümleri ve
yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana
kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz.
Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş;
ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK
VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE” dikkat çekmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz.
Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık
getirmiştir. Bir şahsı manevinin “hakimlik” sıfatını taşıması, Müslümanların
liderliğini üstlenerek adalet konusunda hüküm verebilmesi, bir topluluğu idare
edebilmesi hiç şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir insanın sahip
olabileceği özelliklerdir. Yine bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan
kullanarak yerine getirilebilecek sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin ise bu
özelliklerin hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla
Müslümanları yönetemeyeceği son derece açık bir gerçektir. Bediüzzaman da
sözlerinde bu gerçeği açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS”
olduğunu açıklamıştır.
MEHDİ:
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu
ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek
zatın ayrıca “MEHDİ” vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. “MEHDİ”
kelimesi, “HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN”
anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar
olan ve Allah’ın kendisine yol gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda
gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden almaktadır. Bir şahsı
manevinin “Mehdi vasfını taşıması” ise hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Allah’tan bir lütuf olarak verilen “HİDAYET BULMA” özelliğinin “BİR
İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir şahsı manevinin “hidayet bulma” ve
“insanların hidayetlerine vesile olma” özellikleri olamaz. Bediüzzaman da
burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin “MEHDİ” vasfını belirterek,
onun “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.
MÜRŞİD ve KUTB-U AZAM:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden
bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem de “KUTB-U
AZAM” olacağını bildirmiştir. “MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU YOLU
GÖSTEREN KİMSE” anlamına gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi ise “MÜSLÜMANLARIN
KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ”
anlamındadır. Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir zamanın en büyük fesadı
zamanında” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan
ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din
ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini
bildirmiştir. Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük
yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki
vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi “TEK BİR KİŞİ”ye ait olacak
özelliklerdir. Bir şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u azam” olması düşünülemez.
Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde “tüm Müslümanların
kendisine bağlandığı en büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu gösteren en
büyük mürşidi olan BİR ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.
BİR ZAT-I NURANİYİ (NURLU BİR ZATI)
GÖNDERECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin “BİR ZAT-I
NURANİ” olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı
manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil,
“bir şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için
“BİR ZAT” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca “NURANİ” kelimesiyle de
bu mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun “NURLU BİR ŞAHIS”
olduğunu belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU” olmasından söz
edebilmek mümkün değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir.
Bediüzzaman da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olmadığını, mübarek “BİR İNSAN” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “iki zat” ya da “üç
zat” gibi ifadelere yer vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ”
ifadesiyle Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade
etmiştir.
Bu sözlerdeki “ZAT” kelimesi ayrıca
Bediüzzaman'ın broşürün başından beri yer alan sözlerinde “9. KEZ”
kullanılmıştır. Bediüzzaman'ın 9 defa üst üste Hz. Mehdi'den “ZAT”
sözüyle bahsetmesi, Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olduğu yönündeki her türlü
düşünceyi kesin olarak geçersiz kılmaktadır.
O ZAT:
Bediüzzaman burada da “O ZAT” kelimesini
kullanarak Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha itinayla
vurgulamıştır. Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için “O” zamirini “14.
KEZ”, “ZAT” kelimesini ise “10. KEZ” kullanmıştır.
Bediüzzaman’ın ısrarla yer verdiği bu tekrarlar ve vurgular, bu anlatımların
hiçbirinin bir tevafuk olmadığını, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatinin çok
kesin olduğunu ortaya koymaktadır. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmekte ve tüm inananları bu konuda en doğru şekilde
bilgilendirmektedir.
EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)’İN SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman bu sözüyle de Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğunu bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden
açıklamaktadır. Bediüzzaman “HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN
GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI” belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu
konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahsı manevinin, peygamber
soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki
çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak
Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen “BİR İNSAN” olacağını ifade
etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez kendisinin
Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi geldiğinde,
diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat çekmiştir.
SONUÇ
Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı “şahsı
manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara
daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile,
Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının
şahsı manevisi ile birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin
anlaşılması için yeterlidir.
Bediüzzaman tüm bu sözlerinde “Hz. İsa ve
cemaatinin şahsı manevisi” ve “Hz. Mehdi ve onun cemaatinin şahsı manevisi”
olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu “ikisinin biraraya gelmesinden
şahsı manevi kavramının oluştuğunu”, ancak bu mübarek ve kutlu şahısların şahsı
manevileriyle birlikte, bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik edeceklerini
açıklamaktadır. Üstad, Hz. Mehdi’nin, kendisinden önce gelip geçmiş halifeler,
emirler, hükümdarlar gibi cismani bir şahıs olacağını ve Resulullah (sav)’in
soyundan gelecek bir zat olarak zuhur edeceğini sözlerinde pek çok defa açıkça
ifade etmiştir.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi,
“şahsı manevi” kavramını, onun önderi olan, başındaki şahıstan ayrı, müstakil
ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur. Kuran’da bahsi geçen tüm mümin
topluluklarının başında bir elçi ya da bir kumandan yer almaktadır. Ahir
zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok
müstesna bir döneminde müminlerin başsız, kendi halinde bir topluluk olarak
kalmaları Kuran’da bildirilen adetullaha uygun değildir (en doğrusunu Allah
bilir).
Hz. İsa ahir zamanda yeryüzüne gelecek, müminlere
önderlik edecek ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam’ın nurunun tüm insanları
aydınlatmasına vesile olacaklardır. Hz. Mehdi de bir şahsı manevi olarak değil,
bizzat gelip ahir zamanda Müslümanların başına geçecek, onları Allah’ın izniyle
içine düştükleri sıkıntı ve zorluklardan kurtarıp huzur adalet nimet ve bolluğa
kavuşturacaktır.
Bediüzzaman Hz.
Mehdi’nin Siyaset
Ve Saltanat
Alanlarındaki
Görevlerini Nasıl
Açıklamıştır?
BEDİÜZZAMAN “HZ. MEHDİ’NİN
HEM DİYANET, HEM SİYASET HEM DE
SALTANAT ALANLARINDA MEHDİLİK
YAPACAĞINI” BELİRTMİŞTİR
Büyük İslam mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi
eserlerinde, yüzyıllardır tüm İslam aleminin beklediği Hz. Mehdi'nin gelişi
hakkında Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda detaylı açıklamalarda
bulunmuştur. Bediüzzaman hadislerde verilen bu bilgilere dayanarak, ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç ayrı alanda birden Mehdilik yapacağını
yani, hem “siyaset mehdİsİ” hem
“saltanat mehdİsİ” hem de “dİyanet mehdİsİ” olacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'nin bu önemli özelliğini açıkladığı
sözlerinden biri şöyledir:
“Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve sİyaset alemİnde, dİyanet alemİnde, saltanat
alemİnde, mücadele alemİnde çok dairede icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590)
Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi, Mehdilik görevini
sadece tek bir alanda gerçekleştirmeyecek, dört ayrı alanda birden büyük ve
önemli faaliyetleri olacaktır”.
Ancak Emirdağ Lahikası’na ait yayınlanmamış bir
mektubunda, Bediüzzaman'ın “Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek
büyük Hz. Mehdi siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet
hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır...” şeklinde bir sözü yer
almaktadır. Bediüzzaman'ın bu sözüyle ne kastetmiş olduğu ise, çeşitli çevreler
tarafından tartışma konusu olmaktadır. Bediüzzaman'ın bu sözlerine dayanılarak,
“Hz. Mehdi'nin yalnızca iman hakikatleri yönünde bir çalışma yapacağı; ancak
siyaset ve saltanat alanlarında herhangi bir görev üstlenmeyeceği”
şeklinde yorumlar öne sürülmektedir.
Ancak bu düşünce, Bediüzzaman'ın risalelerde
yüzlerce sayfa boyunca anlattığı bilgilerle tamamen çelişmektedir. Zira
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında
geniş bilgi vermiş ve Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele
alanlarında Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini” detaylı
olarak anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin “İslam ahlakını tüm dünyaya
hakim kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği’ni
sağlayacağını, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” ayrıntılı olarak
açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer
bırakmayacak kadar açıktır.
Çok açıktır ki eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
sadece iman hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat
alanlarında görev yapmayacağını düşünseydi, risalelerde böyle bir açıklamaya
yer vermez, Hz. Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in
hadislerine dayanarak bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi. Zira
Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve
inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu
değildir. Açıktır ki ortada bir yanlış anlama vardır ve Bediüzzaman'ın bu
mektubundaki sözlerinin yanlış şekillerde yorumlanması söz konusudur. Bu durum
Bediüzzaman'ın bahsi geçen mektubunu risalelere koydurtmamış olmasının
hikmetlerini de açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman da bu konuyu şaibeli
gördüğü, kafa karıştırıcı olabileceğini ve yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü
için söz konusu mektubunu risalelere koydurtmamıştır. Nitekim bu da
Bediüzzaman'ın bir kerametidir. Bediüzzaman'ın endişe ettiği durum gerçekleşmiş
ve yapılan bu yorum hatası, Bediüzzaman'ın sözlerinin yanlış anlaşılmasına
neden olmuştur. Bu nedenle bu konunun açıklığa kavuşturulmasında ve
Bediüzzaman'ın bu sözlerle gerçekte ne kastetmiş olduğunun ortaya konmasında
fayda vardır.
BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ İLE İLGİLİ
OLARAK KULLANDIĞI “SİYASET”
KAVRAMI İLE NE KASTETMEKTEDİR?
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin siyaset alanındaki
görevine ilişkin sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle
Bediüzzaman'ın “siyaset” kavramını ne anlamda kullandığının ve “Hz.
Mehdi'nin siyaset alanında yerine getireceği icraatlar” ifadeleriyle ne
kastettiğinin tam olarak açıklanması gerekmektedir.
BEDİÜZZAMAN ESERLERİNDE
“İKİ AYRI SİYASET KAVRAMI”NDAN
BAHSETMEKTEDİR
Bediüzzaman eserlerinde “iki ayrı siyaset
kavramı”ndan bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, Bediüzzaman'ın da hayatı
boyunca uzak durduğunu bildirdiği “dünya siyaseti”dir. Bediüzzaman
eserlerinde bu gerçeği pek çok defa dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın bu
konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:
Bir zaman, bu garazkârane (maksatlı, kötü niyetli) tarafgirlik (taraf
tutma) neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin (dindar, dini emirlere ve
yasaklara uyan) bir ehl-i ilim (ilim ehli), fikr-i siyasisine muhalif
(siyaset fikrine karşı) bir âlim-i sâlihi (samimi bir alimi) tekfir
derecesinde (küfürle kafirlikle, itham etme derecesinde) tezyif etti (rahatsız
etti). Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin
bu fena neticelerinden ürktüm, eûzü billâhi mine’ş- şeytâni ve’s-siyâse
(şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) dedim. O zamandan beri
hayat-ı siyasiyeden (siyaset hayatından) çekildim.
(Mektubat, 22.Mektup, 4.Vecih, 4.Düstur, s.247)
Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit
merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak
ve hakikî vazife-i insaniyeti (insanın gerçek vazifesini) ve âhireti
unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. (Emirdağ Lahikası,
s.46)
Bediüzzaman'ın burada “şeytandan ve
siyasetten Allah’a sığınırım” sözleriyle bahsettiği “Kuran dışı
bir siyaset anlayışı”dır. Nitekim Allah’a sığındığını söylemesi bu
gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin de bu
anlamda bir siyaset ile ilgilenmeyeceğini bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “...
Ve sİyaset alemİnde, dİyanet
alemİnde, saltanat alemİnde, mücadele alemİnde çok dairede
icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590) sözleriyle de, Hz. Mehdi'nin
siyaset aleminde önemli görevler üstleneceğini belirtmektedir. Bediüzzaman'ın
burada kullandığı siyaset kavramıyla kastettiği anlam, Bediüzzaman'ın
kendisinin de Allah’a sığındığını belirttiği siyaset anlayışından çok
farklıdır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani
“Müslümanların manevi lideri” vasfını taşıyarak tüm dünya Müslümanları arasında
İslam Birliği’ni kuracağını, Hıristiyan alemiyle ittifak oluşturacağını ve Hz.
İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın detaylı olarak açıkladığı Hz. Mehdi'nin üstleneceği tüm bu
görevler, Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm dünya
Müslümanlarının manevi lideri” vasfını taşıyacağını ve “idareci”
konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak halife olması; yani Müslümanların manevi
lideri sıfatını taşıması ayrı, siyaset ise ayrı bir konudur. Hz. Mehdi dünya
siyasetiyle bizzat ilgilenmeyebilir ama “Müslümanları ilgilendiren her
konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır”.
Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir.
“Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, ‘Kuran ahlakı içerisindeki siyaset’
olacaktır”. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin “Kuran’ın
bir hükmü” olmasıdır. “Kuran ahlakına uygun siyaset”in anlamı “güzel
ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında
birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği
gidermek, zenginlik ve refahı sağlamak”tır. Kuran’da Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği bu görev “İslam ahlakının hakimiyeti” olarak
müjdelenmektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde
bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve
iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak,
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur
Suresi, 55)
Hz. Mehdi de Kuran’ın bu hükmü gereği, tüm
Müslümanların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının
güzelliğini tüm dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve
saltanat kavramlarıyla kastettiği ana konu budur; “Hz. Mehdi'nin tüm dünya
Müslümanlarının liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun
olarak İslam dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması”dır.
Tüm bunlar Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın “o
zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir” (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran ahlakının
gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği’nin oluşmaması, Hz. Mehdi'nin
idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider konumunda
olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah’ın tüm Müslümanları
yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu
vasıfları taşıyacağını “Hilafet i Muhammediye (A.S.M.) (Peygamberimiz
(sav)'in halifesi) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının
esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır).”
(Emirdağ Lahikası, s. 259) sözleriyle ifade etmektedir.
Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki “emir
sahiplerine” uymalarını şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat
edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa
Suresi, 59)
Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah’ın
kendilerini dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu
elçilere uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın,
“siyaset aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele aleminde
çok dairede icraatları olduğu gibi” sözleriyle Hz. Mehdi için kastettiği
siyaset anlayışı da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan “siyaset ve
saltanat” kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran’ın bu hükmünü ne şekilde yerine
getireceğini açıklamaktadır.
Nitekim risalelerdeki Hz. Mehdi'nin görevlerinin
açıklandığı sözler dikkatlice incelendiğinde, Bediüzzaman'ın bu sözleriyle ne
kastetmiş olduğu kolaylıkla anlaşılmakta; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat
alanında pek çok görev üstleneceği açıkça görülmektedir.
BEDİÜZZAMAN EMİRDAĞ LAHİKASI’NDAKİ YAYINLANMAMIŞ
MEKTUBUNDA BAHSİ GEÇEN “DİNDAR İSEVİLER”
SÖZLERİYLE
KİMLERİ KASTETMEKTEDİR?
“Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek
büyük Hz. Mehdi siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet
hakikatlarını isbata, izhara (açığa çıkarmaya, ortaya koymaya, göstermeye), icraya (uygulamaya,
tatbik etmeye, yerine getirmeye) çalışır...” (Emirdağ
Lahikası – 1)
Bediüzzaman Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda Hz.
Mehdi'nin “siyaseti tam dindar İsevilere bırakacağını” ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde “dindar İseviler” sözleriyle kimleri
kastettiğinin ortaya konulması, Hz. Mehdi'nin görevleri ile ilgili konunun en
doğru şekilde anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir. Dikkat edilirse
Bediüzzaman burada “Müslümanlığa dönmüş İseviler” dememektedir. Demek ki
bahsi geçen kişiler “henüz Müslümanlığı kabul etmemiş Hıristiyanlar”dır.
Bu kişiler henüz Kuran’ı kabul etmemiş, İsevilikten dönerek Müslümanlığa tabi
olmamış kişilerdir. Oysa ki Hz. İsa geldiğinde Kuran’a tabi olacak ve Müslüman
olacaktır. Dolayısıyla İsevi değil, Muhammedi olacaktır. Ona bağlanan İseviler
de, onun Müslüman olmasından dolayı, aynı şekilde Muhammedi olacaklardır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın sözlerinden, burada “bahsi
geçen Hıristiyanların henüz Kuran’ın tebliğini kabul etmemiş ve Müslümanlığa
dönmemiş kimseler oldukları” açıkça anlaşılmaktadır. Bediüzzaman'ın “dindar
İseviler” sözleriyle kastettiği “İncil’e ve Hıristiyanlık dinine bağlı,
dindar Hıristiyanlardır”.
Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili sözlerinde
İseviler ile ilgili “iki aşama”dan bahsetmektedir. “Bunlardan
biri Hz. İsa gelmeden önceki, diğeri de Hz. İsa'nın ortaya çıkışından sonraki
dönemdir”. Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinden önceki dönemde
dindar İseviler ‘dünya siyaseti’ ile ilgileneceklerdir. Nitekim
günümüzde de bu durum açıkça görülmektedir. Bediüzzaman da bu sözlerinde bu
gerçeği dile getirmiştir.
Bunun yanı sıra önceki satırlarda bu konuya
ilişkin olarak Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyasetin yalnızca, “Kuran ahlakı
içerisindeki bir siyaset” olacağı açıklanmıştı. “İşte Hz. Mehdi'nin bu
dönemde dindar İsevilere bıraktığı siyaset de ‘Kuran dışı siyaset’
olacaktır”. Nitekim Hz. Mehdi'nin “Kuran’a uygun olmayan bir siyaseti”
“Kuran’a tabi olmayan bir topluluğa” bırakması da çok normaldir. Demek ki İslam
ahlakının hakim olmadığı bu dönemde güç ve imkanlar, Kuran’a tabi olmamış bu
topluluk için müsait olacaktır.
BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ İÇİN KULLANDIĞI
“ÇOK VAZİFELERİ VAR” SÖZLERİYLE
NEYİ İFADE ETMEKTEDİR?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin görevlerini açıkladığı
sözlerinde “Büyük Mehdi'nin çok
vazİfelerİ var...” (Şualar, s. 590) şeklinde bildirmektedir. Bu
sözlerinin devamında ise yine Hz. Mehdi için “çok daİrede İcraatlarI olduĞu gİbİ...” ifadesini
kullanmaktadır.
Bahsi geçen Emirdağ Lahikası’ndaki yayınlanmamış
mektubunda ise Hz. Mehdi için“... o zat-ı mübarek’in (mübarek şahsın) veyahut
onun cemaat-i nuraniyesinin (nurani cemaatinin) şahs-ı maneviyesinin çok vazİfelerİnden en ehemmiyetli
vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşrini
(yayılmasını)...” (Emirdağ Lahikası-1) sözlerine yer vermektedir.
Bediüzzaman'ın söz konusu mektubundaki sözlerine
dayanılarak “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini dindar
İsevilere bırakıp yalnızca birinci görevi olan iman hakikatlerine yönelik bir
çalışma yapacağı” öne sürülmektedir. Ancak Bediüzzaman, yine bahsi geçen bu
mektupta “o zat-I mübarek”
olarak bahsettiği Hz. Mehdi'nin “çok
vazİfelerİnden” söz etmektedir.
1) Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’nda bahsettiği
ve risalelerin diğer bölümlerinde de yer alan “çok vazİfelerİ var” sözleri ne anlama gelmektedir?
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda
olduğu gibi, risalelerde yüzlerce sayfa boyunca Hz. Mehdi'nin “çok
vazifeleri olacağı”, “çok dairede icraatları olacağı” şeklinde
açıklamalarda bulunmuş; “Hz. Mehdi'nin birinci görevi”, “ikinci
görevi” ve “üçüncü görevi” olarak adlandırdığı pek çok sözüne yer
vermiştir. Eğer Bediüzzaman “çok vazifeleri var” diyorsa, bunun Hz.
Mehdi'nin tek bir görevini ifade etmesi mümkün değildir. Demek ki “Bediüzzaman'a
göre Hz. Mehdi'nin tek bir görevi yoktur; birden fazla görevi olacaktır”.
2) Emirdağ Lahikası’na ait söz konusu mektubunda
Bediüzzaman “en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)”
(Emirdağ Lahikası-I) olduğunu belirtmektedir. Buradan birinci görevin ne
olduğu anlaşılmaktadır. Peki Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman'ın “çok
vazifeleri” sözleriyle ifade ettiği diğer görevleri nelerdir?
Bediüzzaman bu sorunun cevaplarını risalelerde
geniş ve ayrıntılı olarak izah etmiştir. Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset,
saltanat ve mücadele alemlerinde görevleri olduğunu” açıklamıştır.
İlerleyen satırlarda Hz. Mehdi'nin bu görevleri detaylı olarak anlatılacaktır.
Bediüzzaman'ın risalelerde ele aldığı bir konuyu,
sadece tek bir sözüyle değerlendirmek, yanlış yorumlara neden olabilir. Zira
Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli eserlerinde Mehdiyet konusuna
yer vermiş, bu konularda birbirini tamamlayan önemli açıklamalarda bulunmuştur.
Bu konuda da Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’na ait bu mektubundaki Hz. Mehdi'ye
ilişkin açıklamalarını, risalalerin diğer bölümlerindeki izahlarıyla
tamamlamaktadır. Bediüzzaman bu bölümlerde siyaset ve saltanat konularını çok
geniş bir şekilde açıklamıştır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu mektubunda yer alan
bu sözlerinin de, Bediüzzaman'ın risalelerde bu kadar uzun yer ayırdığı ve
Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak detaylı olarak anlattığı diğer
sözlerinin ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’NİN
GÖREVLERİNİ “ÜÇ AYRI DÖNEMDE”
YERİNE GETİRECEĞİNİ AÇIKLAMIŞTIR
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdİ Al-i Resul’ün temsİl ettİĞİ kudsİ
cemaatinin Şahs-I manevİsİnİn üç vazİfesİ var. Eğer çabuk kıyamet
kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun
cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenler) cemaati
yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazİfesİ olacak. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
1. safha
Hz. Mehdi'nin birinci görevi olan iman
hakikatlerini tebliğ ederek inkarcı felsefelerle mücadele ettiği dönem
2. safha
Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki
ikinci görevlerini yerine getirdiği dönem
3. safha
Hz. İsa'nın
ikinci kez yeryüzüne geldiği ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam ahlakını tüm
dünyaya hakim kıldıkları dönem
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği görevleri açıklarken, bunların belirli bir sıra içerisinde
gerçekleşeceğini de belirtmiştir. Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin bu
görevlerini yerine getirmesi “üç
ayrI safha”da gerçekleşecektir.
Bİrİncİ safha: Hz. Mehdi görevine başladığı ilk yıllarda,
Bediüzzaman'ın “en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman
hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)” (Emirdağ Lahikası-I)
sözleriyle bahsettiği birinci vazifesini yerine getirecektir. Bu dönemde Hz.
Mehdi siyaset ve saltanat alanlarında görev yapmayacak, bunu, henüz Kuran’a
tabi olmamış olan dindar İsevilere bırakacaktır. Bediüzzaman'ın kullandığı "neşr"
kelimesinden anlaşıldığı üzere neşriyat yoluyla yani kitap, dergi, CD ve diğer
kitle iletişim araçları yoluyla geniş kitlelere iman hakikatleri tebliği
yapacaktır.
İKİNCİ SAFHA: Hz. Mehdi ikinci devrede ise siyaset ve saltanat
alanlarındaki görevlerine geçecek; İslam Birliği’ni sağlayacak ve inkarcı
felsefelere karşı Hıristiyanlarla ittifak sağlayacaktır. Bu dönemde Hz. Mehdi,
“Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “tüm Müslümanların manevi lideri”
vasfıyla İslam aleminin başına geçecektir.
ÜÇÜNCÜ SAFHA: Bu üçüncü safhaya geçilen dönem ise, Hz. İsa'nın ikinci kez
yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi ile birleşmelerinin başlangıç yılları olacaktır.
Bu dönem, Hz. Mehdi'nin Hz. İsa'yla birleşerek İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacakları bir devre olacaktır.
BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ’NİN,
BİRİNCİ GÖREVİNİ YAPARKEN SİYASETLE
İLGİLENMEYECEĞİNİ NASIL AÇIKLAMIŞTIR?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, görevlerine başladığı
birinci safhada vazifesine birinci görevi olan iman hakikatleri konusunu esas
alarak başlayacağını; siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini ise daha
sonraki zamanlarda gerçekleştireceğini açıklamıştır. Bediüzzaman'ın bu konudaki
sözleri şöyledir:
... Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar (fikir akımları) var ki, herşeyi kendi
hesabına aldığı için, faraza (farz edelim) hakiki beklenilen ve bir
asır sonra gelecek o zat dahİ bu zamanda
gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için sİyaset âlemİndekİ vazİyetten feragat edecek ve hedefİnİ
deĞİŞtİrecek dİye tahmİn edİyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat (Kuran
ahlakının esasları), biriimandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı
(büyüğü), iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında (toplumun
gözünde) ve hal-i âlem ilcaatında (dünyanın şu anki durumunda) en mühim
mes'ele, hayat ve şeriat (İslam dininin esasları) göründüğünden o zât
şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde (yeryüzündeki
genel durumda) vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan (bütün
insanlar için geçerli olan) âdetullaha muvafık (uygun) gelmediğinden,
herhalde en a'zam (büyük) mes'eleyİ esas yapIp, ötekİ mes'elelerİ esas
yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini (saflığını,
halisliğini, samimiyetini) umumun nazarında bozmasın ve avamın (ilmi ve bilgisi
az olan kimselerin) çabuk iğfal olunabilen (aldatılabilen) akıllarında, o
hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin (anlaşılsın, delilleriyle
ispat edilsin). (Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman “... harekâtını o cereyanlara
kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini
değiştirecek diye tahmin ediyorum...” sözleriyle Hz. Mehdi'nin görevine
başladığı ilk zamanlarda siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü
vazifelerinden feragat ederek bunları bir sonraki safhaya bırakacağını tahmin
ettiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu ilk safhada, ortamın Hz. Mehdi'nin
siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini gerçekleştirebilmesi için müsait
olmadığını belirtmiştir. Ancak ikinci safhada ortam değişecek ve Hz. Mehdi'nin
siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü görevlerini yerine
getirebilmesi için uygun hale gelecektir.
Bediüzzaman “Herhalde en azam meseleyi esas
yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak” ifadesiyle ise, Hz.
Mehdi'nin en önemli konu olan iman hakikatlerini anlatarak dinsizliğe karşı
fikri bir mücadele yürütme görevini “birinci sıraya alacağını”
belirtmiştir.
“O zat dahi bu zamanda gelse” sözleriyle de, “kendi yaşadığı dönemde Hz.
Mehdi'nin siyaset, saltanat ve mücadele alemindeki görevlerinin yerine
getirilebilmesinin mümkün olmadığını belirtmiş; Hz. Mehdi'nin bu vazifelerini
yerine getirebilmesinin, bu şahsın ancak ahİr
zamanda gelmesİyle söz konusu olabileceğini” bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın bu konuyu açıkladığı sözü şöyledir:
Hem bu üç vezaİf (görevin) bİrden
bİr ŞahIsta yahut bir cemaatte bu zamanda bulunmasI ve mükemmel olmasI
ve bİrbİrİnİ cerhetmemesİ (birbirine engel olmaması, zarar
vermemesi), pek uzak, âdeta kabİl
(mümkün) görülmüyor,
âhİr zamanda Al-i
Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı nuraniyesini
(nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak İçtİma edebİlİr (biraraya gelebilir,
toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin siyaset ve
saltanat alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmesinin, bu şahsın “ANCAK
AHİR ZAMANDA GELMESİYLE” mümkün olabileceğini belirtmektedir. “Yalnızca,
sadece” anlamlarındaki “ancak” kelimesi, bu konuya çok kesin
olarak açıklık kazandırmaktadır. Demek ki Hz. Mehdi bu görevlerini yerine
getirebilmek için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirildiği gibi ahir
zamanda gelecek ve bu dönemde şartların değişmesi ile birlikte, zaman
içerisinde sırasıyla ikinci ve üçüncü görevlerini de yerine getirebilecektir.
Zira o dönemde artık siyaset ile ilgilenmesinin bir mahsuru olmayacaktır.
Bu konu soru cevap şeklinde açıklandığında,
Bediüzzaman'ın kastettiği anlam daha iyi anlaşılabilecektir:
1) Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin, diğer
görevleri zarar görmeden, siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini yerine
getirebilmesi için nasıl bir ortam oluşmalıdır?
Bu dönem “ahir zaman” olmalıdır.
2) Hz. Mehdi'nin üç görevini birarada yerine
getirebilmesi için ne gereklidir?
“Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesi” gerekmektedir.
3) Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat
alanlarındaki görevlerini gerçekleştirebilmesi ancak ne şekilde mümkün
olabilecektir?
“Ancak Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesiyle”
mümkün olabilecektir.
4) Bediüzzaman “ancak Mehdi’de ve cemaatindeki
şahs-ı manevide içtima edebilir” sözleriyle ne ifade etmektedir?
Bediüzzaman bu sözleriyle “Hz. Mehdi ve
cemaati dışında başka hiç kimsenin bu üç görevi aynı anda yerine
getiremeyeceğini” açıklamaktadır.
Bedİüzzaman “Hz.
Mehdİ'nİn, sİyasetİ hangİ
dönemde tam anlamIyla
dİndar İsevİlere
bIrakacaĞInI”
söylemektedİr?
Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’na ait,
yayınlanmamış mektubunda bahsettiği “Hz. Mehdi'nin siyaseti dindar İsevilere
bıraktığı dönem; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanatla ilgilenmediği, iman
hakikatlerini neşr ile uğraştığı bİrİncİ
safha”dır. Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi bu devrede siyaseti tam
olarak dindar İsevilere, yani henüz Müslüman olmamış Hıristiyanlara
bırakacaktır.
Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde “Hz.
Mehdi'nin siyaseti tam dindar İsevilere bıraktığı bu dönemde yalnız iman
hakikatlerini İspata, İzhara ve İcraya çalışmakla ilgileneceğini”
bildirmektedir. Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin bu dönemde, “İslamiyetin
esaslarını ispat, izhar ve icraya çalışacağını” söylemesi, bu
dönemin Hz. Mehdi'nin birinci görevini yerine getirdiği “’ilk dönem’
olduğunu göstermektedir. Zira “İspat”
sözünün kelime anlamı “doğruyu delil gööstererek meydana koymak, delil
ve şahitle bir şeyin sıhhatini göstermek”tir. “İzhar” kelimesi ise “açığa kavuşturma, ortaya koyma,
gösterme” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinden, Hz.
Mehdi'nin siyaseti tam dindar İsevilere bıraktığı bu dönemde, birinci görevi
olan iman hakikatlerini anlattığı, tebliğ aşamasını yerine getirdiği açıkça
anlaşılmaktadır.
BEDİÜZZAMAN “ÇOK VAZİFELERİ VAR”
SÖZLERİYLE İFADE ETTİĞİ HZ. MEHDİ’NİN
GÖREVLERİNİ NASIL AÇIKLAMIŞTIR?
HZ. MEHDİ’NİN BİRİNCİ GÖREVİ:
Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda
tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin
ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir
çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle “Hz. Mehdi’nin birinci
vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist,
Darwinist ve ateist felsefelerle fikren mücadele etmek ve bu felsefelerin
insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını”
belirtmiştir:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle
(etkisiyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, Darwinizm ve ateizm
hastalığı), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla, her
şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini (materyalizm, Darwinizm ve
ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) tam susturacak bİr tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı
dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ
Lahikası, 259)
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç
vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan iman-ı tahkikiyi
neşr (delillere dayalı imanı yaymak) ve ehl-i imanı delaletten
kurtarmak (iman edenleri sapkınlıktan korumak). (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman eserleriyle büyük bir iman hizmeti
vermiş pek çok insanın iman etmesine ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur.
Ancak Bediüzzaman'ın “tam susturacak
bİr tarzda” sözleriyle belirttiği "materyalizmi tüm
dünyada, tam anlamıyla etkisiz hale getirme" görevi Bediüzzaman tarafından
tam anlamıyla yapılmamış; dünya çapında insanların imanını kurtarma görevi Hz.
Mehdi’ye verilmiştir.
Bilindiği gibi materyalizmin kuvvet bulması
Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960 yıllarından sonra
da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının
gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkisi giderek artmıştır. Yani
Bediüzzaman'ın vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yy'a
kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi,
Bediüzzaman'ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir.
Bediüzzaman da "tam susturacak tarzda" sözleriyle bu gerçeğe
dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in çöküşüyle birlikte
insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye verilmiştir.
Bediüzzaman'ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri
mücadele, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca
ulaştırılacaktır.
HZ. MEHDİ’NİN SİYASET VE SALTANAT
ALANLARINDAKİ İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ GÖREVLERİ:
Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü
görevlerinden bahsettiği sözlerinde Hz. Mehdi'nin, Diyanet Mehdisi olmasının
yanında aynı zamanda Siyaset Mehdisi ve Saltanat Mehdisi olarak da üç görevi
birarada yapacağı açıkça görülmektedir. Bediüzzaman'ın bu konuyu delilleriyle
birlikte açıklayan sözlerinden bazıları şöyledir:
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) İcra ve tatbİk
etmektİr (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9)
1) İCRA
VE TATBİK ETMEK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin,
“İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini
canlandırmak olduğunu” belirtmiştir. “İCRA VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak,
yürürlüğe sokmak, yerine getirmek” demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz.
Mehdi’nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata
geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturması
ve tüm Müslümanların manevi liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir.
-Hz. Mehdi “icra ve tatbik etme” görevini nasıl
yerine getirecektir?
Çok açıktır ki bunun için Hz. Mehdi'nin “bu
uygulamaları gerçekleştirebilecek bir “yetkiye” sahip olması” gerekmektedir.
Bu da “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında görev yapacağını, tüm
Müslümanlara yönelik ‘idareci bir vasfı’ olacağını” açıkça ortaya
koymaktadır.
İkinci vazifesi: Hİlafet-İ Muhammedİye (a.s.m.) ünvanI
İle (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) şeair-i
İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden
canlandırmaktır) alem-İ İslam’In
vahdetİnİ (İslam aleminin birliğini) nokta-i İstİnad edİp (dayanak
noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden
ve gadab-ı İlâhi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin,
nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), mİlyonlarla efradI (fertleri) bulunan ordular lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s.
259)
2) hİlafet-İ Muhammedİye
(Peygamberimiz (sav)'in halifesi) ünvanI İle:
Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde
dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini,
Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin
birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden
kurtaracak ve insanların Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayarak Allah’ın
azabından sakınmalarına vesile olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu ikinci görevini “Peygamberimiz
(sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” sıfatıyla
yerine getireceğini belirtmiştir. Kuşkusuz ki Hz. Mehdi'nin, "İslam
toplumunun lideri vasfıyla” İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan
bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam
birliğini sağlaması" özellikleri, onun “siyaset ve saltanat alanında
yapacağı faaliyetleri” ifade etmektedir.
3) alem-İ İslam’In
vahdetİnİ nokta-i İstİnad edİp (İslam aleminin birliğini dayanak noktası yapıp):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir
müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin "İslam
Birliği’nin sağlanması" olduğunu bildirmektedir. Hz. Mehdi bu birliğin
kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. İslam
Birliği’nin sağlanması ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması
Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de
henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu
olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin ikinci görevi
hakkında vermiş olduğu bu bilgiler de yine “Hz. Mehdi'nin ‘idareci’
konumda olacağını ve siyaset alanında önemli görevler üstleneceğini” hiçbir
tevile yer bırakmayacak bir şekilde açıklamaktadır. Zira Hz. Mehdi bu birliği
sağlayan kişi olarak “lider” vasfıyla İslam birliğinin başında
bulunacaktır.
4) mİlyonlarla efradI (fertleri)
bulunan ordular:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Hz. Mehdi'nin bu
birlikteliği sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var
olacağından söz etmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah'ın
varlığı ve birliği konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş
kapsamlı bir iman hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını
bildirmiştir. Kuşkusuz sayıları milyonlarla ifade edilen böylesine geniş bir
kitlenin yönlendirilmesi Hz. Mehdi'nin “yönetici vasfını”
taşıyacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki
kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir
iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle
olduğu halde, bu ikinci vazife, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET
lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin (yerine getirilebilsin).
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
5) gayet büyük maddİ
bİr kuvvet ve hakİmİyet:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin ancak
"büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle"
gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya
çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, “Hz. Mehdi'nin sahip olacağı maddi
kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına” dikkat çekmiştir.
-Hz. Mehdi'nin büyük bir kuvvet ve hakimiyete
sahip olması neyi ifade etmektedir?
“Kuvvet ve hakimiyet” kavramları “çok büyük bir yetki ve
iktidarın varlığını” ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin böylesine büyük
bir yetki gücüne sahip olması, “lider vasfıyla yönetici konumunda
olacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle
bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman böylesine geniş çaplı bir
maddi güç ve hakimiyetin Hz. Mehdi döneminde yaşanacağını belirterek, Hz.
Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği görevlerin
ehemmiyetini açıkça ifade etmektedir.
O ZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ
(İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA
EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar
Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş
birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A (İslam
dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve
KUVVET ve milyonlar fedakarlarla (milyonların fedakarane
katılımlarıyla) tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
6) hİlafet-İ İslamİye’yİ
(İslam’ın halifeliğini):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de
İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz
(sav)’in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların
desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle “Hz. Mehdi'nin dünya
çapında tüm Müslümanların manevi liderliğini üstleneceğini” bir kez daha
belirterek, “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarında görevlerini”
açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi ile ilgili izahlarında
defalarca tekrarladığı Hz. Mehdi'nin bu özelliğini görmezden gelerek, yalnızca
iman hakikatleri yönünde faaliyet yaparak, siyaset ve saltanat alanlarında bir
görev üstlenmeyeceğini iddia edebilmek hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Bediüzzaman çok açık delillerle Hz. Mehdi'nin bu alanlarda çeşitli
faaliyetlerde bulunacağını açıklamış ve tüm bunların Hz. Mehdi'nin tanınmasında
en önemli alametlerden olacağını belirtmiştir.
7) İttİhad-I İslam’a (İslam birliğine)
bİna ederek:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “siyaset, saltanat
ve mücadele alanlarında” yapacağı faaliyetlerden birinin İslam Birliği’ni
oluşturmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu göreviyle, onun “idareci”
konumunda olacağını ve “Müslümanların manevi liderliğini” üstleneceğini
ifade etmektedir.
8) İsevİ ruhanİlerİyle (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan
alimleriyle) İttİfak edİp (işbirliği
ve dayanışma içerisine girerek) dİn-İ
İslam’a (İslam dinine) hİzmet
etmektİr:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu
birleştirip Hıristiyan önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi
olan "materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla
İslam dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin
tüm Müslümanların manevi lideri vasfıyla” Hıristiyanlarla kuracağı bu
ittifakı anlatarak Hz. Mehdi'nin “siyaset alanında” yürüteceği
faaliyetler hakkında bilgi vermektedir. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, Hz.
Mehdi'nin yalnızca iman hakikatleri yönünde bir görevi olmayacağını, aksine tüm
dünyaya barış ve huzur getirecek çok geniş çaplı hizmetlerde bulunacağını
ortaya koymaktadır.
9) pek büyük bİr
saltanat ve kuvvet:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve
Hıristiyan dünyasının ittifakı gibi büyük bir olayın ancak üç şartın
oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK
BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır.
“Saltanat” kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “Kuvvet”
kavramı ise "istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki"yi
tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu
birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek büyük bir kuvvet ve
yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir. Bediüzzaman'ın "PEK
BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın
çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinde
olduğu gibi, üçüncü görevini de yine çok büyük bir saltanat ve kuvvet ile
gerçekleştireceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin İslam birliği ve Hıristiyan
alemi arasında sağlayacağı ittifak dünya çapında bir hizmet olacak; bu
vazifenin gerektirdiği güç ve saltanat da aynı şekilde dünya çapında çok büyük
bir hakimiyetle gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi
hakkında sayfalar boyunca yapmış olduğu bu açıklamalar, “Hz. Mehdi'nin
sadece Diyanet Mehdisi olarak hizmet etmeyeceğini, hem siyaset hem de
saltanat alanında dünya çapında çok büyük görevler üstleneceğini”
ortaya koymaktadır.
Üçüncü Vazifesi: ... o zat, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) mânevi yardımlarıyla ve İttİhad-I İslâm’In muavenetİyle (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve bütün ulema ve evliyanın (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa Al-i Beyt’in neslinden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan)
her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar
fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (peygamber soyundan gelen fedakar
kimselerin katılımıyla) o vazife-i uzmâyı (büyük görevi) yapmaya
çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
10) İttİhad-I İslam’In
muavenetİyle (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla):
Bediüzzaman burada bir kez daha Hz. Mehdi'nin
İslam birliğini oluşturacağından bahsetmiştir. Ancak hiç kuşkusuz ki önceki
satırlarda da açıklandığı gibi, Hz. Mehdi bu birliğin başında tüm “Müslümanların
manevi lideri” olarak bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman verdiği bu
bilgilerde “siyaset aleminde görevleri olmasıyla ne kastedildiğini ve Hz.
Mehdi'nin bu alanda nasıl bir faaliyet yürüteceğini” açıkça ifade
etmektedir.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece
daha ziyade kıymetdardır (değerlidir),
fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek
parlak ve çok genİŞ bİr daİrede (alanda) ve Şa’ŞalI (gösterişli) bİr tarzda olduğundan umumun ve
avamın nazarında (genelin ve halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli)
görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
11) o İkİncİ, üçüncü
vazİfeler pek parlak ve çok genİŞ bİr daİrede (alanda) ve
Şa’ŞalI (gösterişli) bİr
tarzda olduĞundan:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve
üçüncü görevlerinin “çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan
gösterişli, görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu”
belirtmektedir. Nitekim, İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmek, Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam
ahlakını yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en
görkemli olaylarından olacaktır. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, “Hz.
Mehdi'nin yerine getireceği hizmetlerin yalnızca birinci görevi olan iman
hakikatleriyle sınırlı olmayacağını, ‘Müslümanların manevi lideri’
olarak dünya çapında çok büyük hizmetler vereceğini” ortaya koymaktadır.
... Hazret-i Mehdi’nin, o vazifesini bizzat
kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hİlâfet-İ Muhammedİye (ASM) (Peygamberimiz
(sav)'in halifeliği) cİhetİndekİ (yönündeki)
saltanatI, onun İle İŞtİgale (ilgilenmeye)
vakİt bIrakmIyor. Herhalde
o vazifeyi ondan evvel bir taife (topluluk) bir cihette (yönüyle) görecek.
O zat, o taifenin (topluluğun) uzun tedkikatı ile (incelemelerle) yazdıkları
eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış
olacak... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
12) hİlâfet-İ
Muhammedİye (ASM) (Peygamberimiz
(sav)'in halifeliği) cİhetİndekİ (yönündeki)
saltanatI, onun İle İŞtİgale (ilgilenmeye)
vakİt bIrakmIyor:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çalışmalarından önce,
Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman hakikatlerini yayma ve materyalizmi
fikren yıkma yönünde kullanacağı ilmi malzemeleri hazırlayacak olan bir
topluluk olacağından bahsetmektedir. Bediüzzaman “bir cihette” yani “bir
yönüyle” sözleriyle ise bu ilmi topluluğun, materyalizmi fikren etkisiz
hale getirilmesi çalışmalarını yalnızca bir açıdan yürüteceklerini, dolayısıyla
“Hz. Mehdi'nin de kendisine program yaparak bu topluluğun çalışmalarından bu
yönüyle faydalanacağını” belirtmektedir. Önceki sayfalarda da belirtildiği
gibi, materyalist felsefenin “tam anlamıyla etkisiz hale getirilmesi”
ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde
gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için burada “o
vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez” sözlerini
kullanmıştır. Bunun nedeninin ise, “Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm ‘Müslümanların
manevi lideri’ olarak ‘siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği
büyük görevleri’ nedeniyle vakti olmaması olduğunu” belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın bu açıklamaları “Hz. Mehdi'nin
tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri olarak siyaset ve saltanat alanlarında
dünya çapında pek çok hizmette bulunacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
... Ahir zamanda şeriat-i Muhammediyeyi
(Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) ve hakikat-i Furkaniyeyi
(Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) ve sünnet-i Ahmediyeyi (ASM)
(Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İhya
İle (yeniden canlandırma ile), İlan ve İcra İle (herkese duyurarak ve uygulayarak),
baŞkumandanlarI olan "Büyük
Mehdİ"nİn kemal-İ adaletİnİ (yüce adaletini) ve hakkanİyetİnİ (haktan ve
doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri gayet makul
olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i
insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır
(gereğidir)...” (Şualar, s. 456)
13) ŞERİAT-I
MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz
(sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE
HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini)
VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in
sünnetini) İhya İle (yeniden
canlandırma ile), İlan ve İcra İle (herkese
duyurarak ve uygulayarak):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin siyaset
ve saltanat alanında izleyeceği yolu anlatmakta, ikinci ve üçüncü görevlerini
yerine getirirken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır. Bediüzzaman’ın burada
kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış
olan insanların yeniden Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre
yaşamalarına vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır. Bediüzzaman'ın
açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını
herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim
araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam
gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça
gösterecek ve ilan edecektir.
“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu
sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm
toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
-Hz. Mehdi'nin “ihya, ilan ve icra etme”
vasıfları neyi ifade etmektedir?
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “ihya, ilan
ve icra ile” sözleri, bir kez daha Hz. Mehdi'nin “idareci vasfını”
ifade etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, tüm dünyanın şahit olacağı
şekilde çok geniş çaplı faaliyetlerde bulunacağını ve bunları gerçekleştirirken
“büyük bir yetki” ve “yönetim gücü”ne sahip
olacağını ifade etmektedir.
14) baŞkumandanlarI olan
‘büyük mehdİ’nİn kemal-İ adaletİnİ (yüce adaletini) ve
hakkanİyetİnİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermelerİ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmasıyla
birlikte yeryüzünde görülmemiş bir adalet, huzur ve barış ortamının
yaşanacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin bu yüce adaletine ve hakkaniyetine
tüm dünya şahit olacaktır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında
gerçekleştireceği bu görevi “başkumandanlık” sıfatıyla
gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin “tüm
dünya Müslümanlarının liderliğini” üstleneceğini bir kez daha
açıklamaktadır. Bu konuda sorulacak birkaç soruya verilecek cevaplar, Hz.
Mehdi'nin bu özelliğinin çok açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır:
-Hz. Mehdi'nin “başkumandanlık” sıfatını taşıması
ne anlama gelmektedir?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu sıfatını
hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanları üzerinde “yönetici”
konumunda olacağını bir kez daha açıkça ifade etmektedir.
-Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya kemal-i adaletini ve
hakkaniyetini göstermesi nasıl gerçekleşecektir?
Yüce bir adalet anlayışının ve haktan
ayrılmayışın tüm dünyaya gösterilmesi ancak “dünya çapında bir idare
gücüyle” söz konusu olabilir. Tüm insanların Hz. Mehdi'nin adalet
anlayışına şahit olmaları, Hz. Mehdi'nin “adalet sağlayabilecek yetkilere
sahip bir konumda olacağını” göstermektedir.
HZ. İSA YERYÜZÜNE İKİNCİ KEZ GELDİĞİNDE,
TÜM MÜSLÜMAN VE HIRİSTİYAN ALEMİNİN MANEVİ
LİDERi HZ. MEHDİ OLACAKTIR
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişi, yukarıda
açıklandığı gibi Hz. Mehdi'nin görevlerini yerine getirdiği “üçüncü safha”da
gerçekleşecektir. Bu dönemde Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani
İslam aleminin manevi lideri sıfatıyla dünya çapındaki tüm Müslümanlar arasında
İslam Birliği'ni sağlamış olacak ve lider konumunda olacaktır. Aynı dönemde iki
ayrı şahsın Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani Müslümanların manevi lideri
vasfını taşıması ise söz konusu değildir. Nitekim Hz. İsa geldiğinde, Hz. Mehdi'nin
bu durumunda bir değişiklik olmayacak, Hz. İsa da Hz. Mehdi'ye yardımcı
olacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bu durum
açıkça ifade edilmiş; Hz. Mehdi ve Hz. İsa'nın birlikte namaz kılacakları ve
Hz. İsa'nın “imamlık sana verilmiştir” diyerek Hz. Mehdi'yi imamlığa
bizzat kendisinin geçireceği bildirilmiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde,
Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını
kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa
sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarIna elİnİ koyar ve ona der
kİ, "Geç öne namazI kIldIr. Zİra kamet (namaza başlama işareti) senİn İçİn getİrİlmİŞtİr." (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani,
Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
... Nihayet Meryem oğlu İsa Müslümanların
emiri (Hz. Mehdi) ona: Gel bize namaz kıldır, der. Bunun üzerine İsa:
Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer bir kısım
üzerine emirlersiniz, der. (Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209)
Peygamberimiz (sav)'in bu hadisleri son derece
anlaşılırdır. Açıktır ki Allah’ın takdiri gereği Hz. İsa, Hz. Mehdi de bir
eftaliyet yani üstünlük görmekte ve ona tabi olmaktadır. Bu durum,
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde önemle vurgulanmıştır. Bediüzzaman da
eserlerinde bu konuyu açıklamış; yeryüzüne ikinci kez gelişinde Hz. İsa’nın Hz.
Mehdi'ye tabi olacağını ifade etmiştir:
... Hattâ "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir.
Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder (uyar), tâbi' olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye)
ve hakikat-i Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına,
tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, s. 587)
Bediüzzaman bu sözlerinde Peygamberimiz (sav)'in
bahsi geçen hadisinde anlatılanların açıklamasını yapmıştır. Hz. İsa'nın
namazda imamlığı Hz. Mehdi'ye vermesinin, “Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi
gereği Hıristiyan dünyasıyla yapacağı ittifakın, Hıristiyan dünyasının
Müslümanlığa dönmesi ve Kuran’a tabi olmasıyla sonuçlanacağını”
açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın yaptığı açıklamalara göre “bu
ittifak sırasında Hz. Mehdi İslam aleminin, Hz. İsa da Müslümanlığa dönmüş olan
Hıristiyan aleminin manevi lideri olacaktır. Ama Hıristiyanlığın Kuran’a tabi
olmasından dolayı, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm Müslümanların
manevi liderliği vasfını Hz. Mehdi taşıyacaktır. Dolayısıyla “Hz.
Mehdi, bu dönemde “hem Müslüman aleminin hem de Müslüman olmuş Hıristiyan
dünyasının manevi lideri olacaktır”.
BEDİÜZZAMAN KENDİ YAŞADIĞI DÖNEMDE,
HZ. MEHDİ’NİN ÜÇ GÖREVİNİN BİRARADA
YERİNE GETİRİLMESİNİN MÜMKÜN
OLMADIĞINI BELİRTMİŞTİR
Bediüzzaman'ın yukarıda ele alınan sözleri, Hz.
Mehdi'nin, siyaset ve saltanat alanında yerine getireceği çok büyük ve önemli
faaliyetler olduğunu delilleriyle birlikte ispat etmektedir. Hz. Mehdi'yi,
önceki müceddidlerden ayıracak ve insanlara tanıtacak en önemli alametlerden
biri, “Hz. Mehdi'nin bu görevlerin tümünü birarada gerçekleştirmesi”
olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın eserlerinde
tüm bunlar delilleriyle birlikte çok detaylı olarak açıklanmıştır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin üç büyük
görevinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleştirilmediğini ve hatta o
dönemde ne bir şahıs ne de şahsı manevi olarak bir topluluk tarafından bu
görevlerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bediüzzaman bu
konuyu şöyle açıklamıştır:
Hem bu üç vezaİf (görevin) bİrden
bİr ŞahIsta yahut bİr cemaatte bu zamanda bulunmasI ve mükemmel olmasI
ve bİrbİrİnİ cerhetmemesİ (birbirine engel olmaması, zarar
vermemesi), pek uzak, âdeta kabİl
(mümkün) görülmüyor,
âhir zamanda Al-i Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı
nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki
şahs-ı mânevîde ancak içtima' edebilir (biraraya gelebilir,
toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi
yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç
vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir.
Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA
KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da,
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu gösteren
önemli bir delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine
getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra
gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevleri birarada yerine getirebileceğini
bildirmektedir (Kastamonu Lahikası, s. 57).
BEDİÜZZAMAN, “DİYANET, SALTANAT
VE SİYASET ALANLARINDAKİ GÖREVLERİ
BİRARADA YERİNE GETİREMEDİKLERİ İÇİN”
ÖNCEKİ MÜCEDDİDLERİN AHİR ZAMANIN
BÜYÜK MEHDİSİ OLAMADIKLARINI BELİRTMİŞTİR
Bediüzzaman sözlerinde pek çok kez, ne önceki
yüzyıllarda gelen müceddidler zamanında ne de kendi yaşadığı dönemde, Hz.
Mehdi'nin üç görevinin birarada yerine getirilemediğini ve bunu ancak Hz.
Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu
açıklayan sözlerinden biri şöyledir:
Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Hz.
Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her
bİrİ üç vazİfelerden bİrİnİ bİr cİhette (açıdan) yapmasI
İtİbarIyla (nedeniyle) AHİR zamanIn Büyük Mehdİsİ unvanInI almamIŞlar. (Emirdağ
Lahikası, s. 260)
BEDİÜZZAMAN TALEBELERİNİN, HZ. MEHDİ’NİN
YALNIZCA BİRİNCİ GÖREVİNİ DİKKATE ALDIKLARI İÇİN
KENDİSİNE
MEHDİLİK KONUSUNDA HÜSN-Ü ZAN BESLEDİKLERİNİ;
ANCAK İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ GÖREVLERİNİ GÖZARDI
ETTİKLERİ İÇİN “
YANILDIKLARINI” BELİRTMEKTEDİR
Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ
Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman eserlerinde “Hz. Mehdi'nin bir
veya iki görevi değil, tam olarak üç
görevi olduğunu” bildirmektedir. Bu üç görevi birarada yerine
getirmeyen şahısların ise ahir zamanın Büyük Mehdisi olamayacağını ifade
etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu konudaki detaylı açıklamalarına
rağmen, bu önemli gerçek gözardı edilerek Bediüzzaman'ın Mehdi olabileceği
yönünde bazı fikirler öne sürülmektedir. Halbuki Bediüzzaman eserlerinde bu
konuya bizzat açıklık getirmiş, Mehdi olmadığını sayfalar boyunca delilleriyle
birlikte açıklamıştır. Bu konudaki tüm bu açık beyanlarına rağmen Risale-i
Nur’a ve bu eserin yazarı olarak kendisine Mehdilik konusunda hüsn-ü zan
besleyenlere ise, bu düşüncelerinin “karıştırmadan kaynaklanan bir yanlışlık
olduğunu” söylemiştir:
“Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini (cemaatini) haklı olarak Hz. Mehdi telakki
ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin
de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden
(dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir
nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN,
BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma)
BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul değiller. Çünkİ zİyade hÜsn-Ü zan, eskİden berİ cereyan edİyor
ve İtİraz edİlmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü
zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i
itikadlarının (imanlarının faziletinin) bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden
onlara çok ilişmezdim... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201) (Emirdağ Lahikası, s.
248)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un şahsı manevisinin ve
bu eserlerin yazarı olarak kendisinin kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin
düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir. Bir
başka sözünde ise bu düşünceye sahip olan kimselerin iman hakikatlerini anlatma
konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki
vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri
olması ve Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakının dünyaya hakim kılınmasının
kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını” söylemiştir. Bundan
dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının
yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir:
... O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya
(Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti
tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA
ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, bu sözüyle Hz. Mehdi'ye dair haber
ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu
benzetmenin Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu benzetmeyi yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki
büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate
vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm
Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Hz.
İsa ile birlikte Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den
sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine
getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek
Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını
ifade etmektedir. Nitekim bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu
düşüncenin gerçeği yansıttığını gösteren bir delil değildir. Nitekim
Bediüzzaman da risalelerinde bunu dile getirmiştir.
Bediüzzaman
Eserlerinde,
Kendisinin “Son
Müceddid”
Ve “Mehdi” Olmadığını
Delilleriyle Birlikte
Açıklamıştır
RİSALE-İ NUR’UN GELECEK ASIRLARA IŞIK
TUTAN BİR ESER OLMASI, BEDİÜZZAMAN’IN
SON MÜCEDDİD YA DA MEHDİ OLDUĞUNU GÖSTEREN
BİR DELİL DEĞİLDİR; TÜM İSLAM ALİMLERİNİN
ESERLERİ GELECEK ASIRLARI AYDINLATMAKTADIR
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi Risale-i
Nur Külliyatı’nda, sahih hadislerle bildirilen Hz. Mehdi'nin çıkışı ve İslam
ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusuna geniş yer vermiştir. Bediüzzaman bu
açıklamalarında kendisinin Mehdi olmadığını da açıkça ifade etmiştir. Mehdiyet
konusunda kendisine hüsn-ü zan besleyen kimselere “kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını” (Emirdağ Lahikası, s. 266), “Hz. Mehdi'nin yalnızca
bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lahikası, s. 162), “eserleri
ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 189), “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra
geleceğini” (Kastamonu Lahikası, s. 57) belirterek bu konuya açıklık
kazandırmıştır.
Ancak Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu hiçbir
şüphe bırakmayacak şekilde, delilleriyle birlikte açıkladığı halde,
Bediüzzaman'ın “...Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek
zat Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek (yazma
ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
sözleri doğrultusunda “Hz. Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendisine bir program
yapmasının, Bediüzzaman'ın “son müceddid” olduğunu gösterdiği” şeklinde
bazı yanlış fikirler öne sürülmektedir. Bediüzzaman'ın “Risale-i Nur, bu
asrı ve gelecek asırları tenvir edecek (aydınlatacak, nurlandıracak)
olan bir mucize-i Kur'âniyedir (Kuran mucizesidir)." (Tarihçe-i
Hayat, s. 463) sözleri de bu doğrultuda yanlış şekillerde yorumlanmakta; “Risale-i
Nur’un gelecek asırlara yol gösterici özellikte olmasının, Bediüzzaman'ın Mehdi
olabileceğinin işareti olduğu” dile getirilmektedir. Oysa ki “Hz.
Mehdi'nin görevlerini yerine getirirken Risale-i Nur’dan istifade etmesi,
Bediüzzaman'ın ya da Risale-i Nur’un Mehdiyet görevini üstlenmiş olduğunun bir
göstergesi değildir.”
Bediüzzaman'ın kaleme aldığı, hem çok derin bir
Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi reddeden ve iman hakikatlerini en
iyi şekilde ortaya koyan çok önemli bir eser olan Risale-i Nur Külliyatı,
yüzlerce insanın iman etmesine, Allah’a yakınlaşmasına ve doğru yolu görmesine
vesile olmuştur. Bediüzzaman, samimi ve hikmetli üslubuyla ahiret, kader, iman
gibi birçok konuyu ülfet kırıcı ve düşündürücü bir üslupla anlatmış ve bu yolla
yaratılış hakikatlerinin, akıllara ve vicdanlara yerleşmesine vesile olmuştur.
Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri Müslümanlara yol gösterici bu
nitelikleriyle son derece önemlidir.
Hz. Mehdi, görevlerini yerine getirirken hak
kitabımız Kuran Kerim-i ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerini kendisine rehber
edinecektir. Ancak bunun yanı sıra, Peygamberimiz (sav)'den bu yana gelmiş
geçmiş tüm büyük İslam alimlerinin, bugüne kadar yaşamış olan müceddidlerin
eserlerinden ve fikirlerinden istifade edecektir. İmam Gazali, İmam Rabbani,
Mevlana Halid, İmam Suyuti, Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük İslam alimleri
arkalarında Müslümanlara yol gösterici nitelikte önemli eserler bırakmışlardır.
Hz. Mehdi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan olduğu kadar, bu değerli mütefekkirlerin
çalışmalarından da aynı şekilde faydalanacaktır. Bu eserlerin her biri Risale-i
Nur Külliyatı gibi gelecek asırları tenvir edecek yani Müslümanlara ışık
tutacak, yol gösterecek eserlerdir. Hz. Mehdi geldiğinde tüm bu eserlerin
yürürlükten kalkması için hiçbir sebep yoktur. Elbette ki Müslümanlığın
esasları hakkında derin tefekkürler içeren tüm bu eserlerden istifade
edilecektir. Ancak “Hz. Mehdi'nin, İmam Gazali’nin, İmam Rabbani’nin ya da
Mevlana Halid’in eserlerinden istifade etmesi bu İslam alimlerinin son müceddid
ya da Mehdi olduklarını nasıl göstermez ise, Risale-i Nur Külliyatı’ndan
istifade etmesi de Bediüzzaman'ın son müceddid olduğunu gösteren bir delil
değildir”.
Hz. Mehdi olmak ayrı, bir eserin gelecek
nesillere ışık tutması, yol göstermesi ayrı bir konudur. Nitekim Hz. Mehdi
görevlerini yerine getirirken, dünyadaki tüm bilimsel eserlerden; biyoloji ya
da felsefe üzerine hazırlanmış çalışmalardan da faydalanacaktır. Ya da
Materyalizmin geçersizliğini ortaya koyarken materyalist felsefe aleyhinde
yazılmış bilimsel çalışmaları veya Darwinizm ile ilgili eserleri de kullanacaktır.
Hz. Mehdi'nin bu bilimsel eserlerden faydalanması da herhangi bir şeyin
göstergesi değildir. Önemli olan Hz. Mehdi'nin dünya çapında yapacağı
icraatlardır.
Bir şahsın Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilmek
için, bu şahsın herşeyden önce Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirtilen
özelliklere uyması ve yerine getireceği bildirilen görevleri yerine getirmesi
gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman gibi büyük
İslam alimlerinin eserlerinde Hz. Mehdi ortaya çıktığında gerçekleşmiş olması
gereken pek çok alamet sayılmaktadır. Hz. Mehdi'nin soyu, fiziksel özellikleri,
icraatları yüzlerce sahih hadis ile bildirilmiştir. Hz. Mehdi ortaya çıktığında
tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni kuracak, Hıristiyan dünyasıyla
ittifak yapacak, Hz. İsa'yla buluşacak ve birlikte namaz kılacak, Hz. İsa'yla
beraber İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bu özellikleri taşımayan
ve bu büyük görevlerin hepsini birarada yerine getirmemiş bir şahsın Hz. Mehdi
olmasından bahsedebilmek mümkün değildir. Bediüzzaman da yaşadığı yüzyılın
kutbu olarak çok büyük bir iman hizmeti vermiştir ancak bu görevleri yerine
getirmemiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi olduğundan bahsedebilmek söz konusu
değildir. Nitekim kendisi de eserlerinde bunu çok açık bir şekilde ifade
etmiştir.
BEDİÜZZAMAN, RİSALE-İ NUR’UN HZ. MEHDİ’NİN
“BİRİNCİ VAZİFESİNE
BAZI CİHETLERDE YALNIZCA ÖNCÜLÜK ETTİĞİNİ”
BELİRTMİŞTİR;
HZ. MEHDİ’NİN BU ESERLERDEN İSTİFADE ETMESİ
BEDİÜZZAMAN’IN
MEHDİ OLDUĞUNUN BİR GÖSTERGESİ DEĞİLDİR
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlığı): Fâni (geçici) ve
çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzI
cİhetlerle (yönleriyle) bİrİncİ
vazİfede pİŞdarlIk (öncülük) eden Nur
Şâkirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz
kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas (yanlışlık, karıştırma) da
Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata
dahi âlet olmamasına bir cihette (yönden) zarar verdiği gibi, ehl-i
siyaseti de (siyaset ehlini de) evhama (kuruntuya, vehime, olmayan
bir şeyi olur zannı ile endişeye) düşürüp Risale-i Nur’un neşrine (yayınlanmasına,
dağıtılmasına, duyurulmasına) zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevi zamanı
olduğu için, böyle büyük ve bâki (ebedi) hakikatlar, fâni (geçici)
ve âciz ve sukut edebilir (kusur işleyebilen) şahsiyetlere bina edilmez.
Bediüzzaman Nur talebelerinin Mehdilik konusunda
kendisine hüsn-ü zan beslediklerini ancak bunun, “karıştırmadan kaynaklanan
bir yanlışlık olduğunu” dile getirmektedir. Bu sebeple de kendisi için,
“bu şekilde söylemeyin; böyle bir Mehdilik iddiasında bulunmayın”
demektedir. Bediüzzaman böyle yanlış bir hüsn-ü zanda bulunulmasının Mehdiyet
konusunda “yanlış bir zan” oluşmasına ve böylece iman ehlinin yanlış
yönlendirilmesine neden olacağını; sonuçta da bu durumun, Müslümanların gerçek
Hz. Mehdi'yi fark etmelerine engel olabileceğini söylemektedir.
Dikkat edilirse Bediüzzaman bu sözlerinde ne
kendisinin ne de Nur şakirtlerinin, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesini yerine
getirdiklerini söylememektedir. Kendisinin “Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi
olan iman hakikatleri konusunda Hz.
Mehdİ'ye sadece öncülük ettİĞİnİ ve bunu da yalnIzca “bazI cİhetlerde (yönlerde)” yerİne getİrdİĞİnİ” ifade etmektedir.
Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan materyalist felsefenin “TÜM DÜNYADA
VE tam anlamIyla etkİsİz hale getİrİlEREK YIKILMASI”nın
ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde
gerçekleştirileceğini belirtmektedir (Emirdağ Lahikası, 259).
Önceki satırlarda da açıklandığı gibi Hz.
Mehdi'ye birinci vazifesinde öncülük edecek olan bu çalışmalar, Hz. Mehdi'nin
yararlanacağı pek çok ilmi eserden biri olacaktır. Ancak nasıl ki İslam
alimlerinin eserlerinden, bilimsel ya da felsefi çalışmalardan istifade etmesi,
bu çalışmaların Mehdilik görevini üstlendiğinin bir delili değilse, “Hz.
Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendine bir program yapması ve bunlardan yararlanması
da bu eserlerin Mehdiyet görevini gördüğünün bir ifadesi değildir”.
BEDİÜZZAMAN’IN NEDEN MEHDİ OLAMAYACAĞINI
YÜZLERCE SAYFA BOYUNCA DELİLLERİYLE BİRLİKTE
AÇIKLAMIŞ OLMASI, “BEN MEHDİ DEĞİLİM” SÖZLERİNİ
“USULEN” SÖYLEMEDİĞİNİ AÇIKÇA ORTAYA KOYMAKTADIR
Yaşadığı dönemde yakın çevresinde Bediüzzaman'a
Hz. Mehdi olup olmadığı yönünde sorular yöneltilmiştir. Bediüzzaman kendisine
sorulan bu soruya “Hayır, ben Mehdi değilim” diyerek cevap vermiş, ancak bunun
yanında yüzlerce sayfa boyunca neden Mehdi olamayacağını gerekçeleriyle
birlikte delillendirerek açıklamıştır. Açıktır ki eğer Bediüzzaman Mehdi
olsaydı, sadece “ben Mehdi değilim” derdi ve böylece konu kapanırdı. Aksini
ispatlamak için yüzlerce sayfa boyunca uzun uzun açıklama yapmaya hiçbir
şekilde ihtiyaç duymazdı. Onu böyle detaylı bir açıklamaya yapmaya ne zorlayabilirdi
ki? Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin “Mehdilik iddiasıyla
ortaya çıkmayacağı” belirtilmiştir. Ancak böyle bir şeyin gizlenmesi
gerekiyorsa, bunun için sadece tek bir cümle ile “ben Mehdi değilim” demek
yeterlidir. Bu sözler neden ikna edici olmasın; reddetmek için uzun uzun
yüzlerce sayfa yalan söylenmesine neden gerek olsun? Nitekim İmam Rabbani,
Mevlana Halid gibi tarih boyunca yaşamış olan birçok İslam alimine ve müceddide
Hz. Mehdi olup olmadıkları sorulduğunda, bu kişiler de “Ben Mehdi değilim”
demişlerdir. Eserlerinde de Peygamberimiz (sav)’in hadisleri doğrultusunda ahir
zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin özellikleri detaylı olarak anlatmışlardır.
Ancak Hz. Mehdi geldiğinde, ona da böyle bir soru
yöneltildiğinde “ben Mehdilik iddiasında bulunmuyorum” diyecektir. Ama yüzlerce
sayfa boyunca açıklama yapıp bunun aksini ispatlamaya da çalışmayacaktır. Hz.
Mehdi seyyid olacak, ancak, “ben seyyid değilim, Hz. Mehdi şu özelliklere sahip
olacak, şu görevleri yerine getirecek ben bu özellikleri taşımıyorum” gibi
izahlar yapmayacaktır.
Ama eğer bu durumu açıklayabilmek için, “ben Hz.
Mehdi değilim” denmesi yeterli değildir, yüzlerce sayfa yalan söylenmesi
gerekiyor” deniyorsa, bunun mantığının da açıklanması gerekir. Bediüzzaman'ın
risalelerdeki “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra geleceği, kendisinin
Hz. Mehdi'nin sadece bir eri, neferi ve öncüsü olduğu, yaptığı çalışmalarla Hz.
Mehdi'nin hizmetleri için zemin hazırladığı, Hz. Mehdi'nin üç büyük vazifesini
birarada yerine getirmesiyle tanınacağını, kendisinin ise bunu
gerçekleştirmediği” yönündeki yüzlerce sayfa açıklamalarının tümünün yalnızca
“Mehdiliğini kabul etmemek için usulen söylenmiş sözler” olduğunu iddia etmenin
hiçbir mantığı yoktur. Bediüzzaman gibi büyük bir İslam aliminin, ‘sırf
usulen söylenmiş olması için’ yüzlerce sayfa boyunca tüm İslam ümmetini
aldatacak izahlara yer vermesi, üstelik de tüm bunları Peygamberimiz (sav)'in
sahih hadislerine dayandırması hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın Mehdiliğini kabul etmemek için yüzlerce sayfa boyunca yalan
söylediğini ve Müslümanları yanlış bilgilendirdiğini iddia etmek, çok açıktır
ki, derin bir Allah korkusuna ve güçlü bir imana sahip böyle değerli bir İslam
alimine karşı çok büyük bir bühtan ve iftira olur. Vefatından yıllar sonra
böyle bir iddia ile ortaya çıkılması ise, her ne kadar iyilik adına ve
Bediüzzaman’a duyulan sevgi adına da yapılmış olsa, vicdanen hiçbir şekilde
kabul edilemez. Bu nedenle Bediüzzaman'ın Mehdiyet konusundaki gerçek
düşüncelerinin tam anlamıyla ortaya konmasında fayda vardır.
Bu kitap boyunca yer verilen, Bediüzzaman'ın
eserlerinde yüzlerce sayfa boyunca anlattığı Mehdiyet konusuyla ilgili tüm
izahları, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle birlikte ortaya
koymaktadır. Bu gerçeğin anlaşılması için Bediüzzaman'ın bu konuda verdiği
delillerden bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Bediüzzaman “Hz. Mehdi'nin seyyid
olacağını; kendisinin ise seyyid değil Kürt olduğunu” (Emirdağ Lâhikası,
s. 266), (Tenvir, Şualar, s. 365) (Münazarat, s.84; Tarihçe-i
Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18);
2.
“kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lâhikası, s. 162);
3.
“eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189);
4. “Hz.
Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden bir yüz yıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lâhikası, s. 57);
5. “Hz.
Mehdi geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 172)
6.
“kendisinin ve Risale-i Nur’un Mehdi sanılmasının bir hata ve karıştırma
olduğunu” (Emirdağ Lahikası, s. 266) açıklayarak
Mehdi olmadığını ifade etmiştir.
7. “Hz.
Mehdi'nin siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada
yerine getireceğini” (Şualar,
s. 456), (Şualar, s. 590), (Emirdağ Lahikası, s. 259-260) belirtmiştir;
ancak kendisi bu üç görevi birarada yerine getirmemiştir.
8.
“Hz. Mehdi'nin “materyalizm, ateizm ve Darwinizm gibi temeli Allah’ı inkar etme
üzerine kurulmuş olan dinsiz akımları “tam anlamıyla” etkisiz hale
getirerek insanların imanını kurtaracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), (Emirdağ Lahikası, s. 259) belirtmiştir; ancak bu dinsiz akımların ortadan
kalkması Bediüzzaman hayattayken “tam anlamıyla” gerçekleşmemiştir.
9. “Hz.
Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri”
ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), açıklamıştır; ancak kendisi tüm
inananların halifesi (manevi lideri) vasfını taşımamıştır.
10.
“Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya barış, adalet ve hakkaniyet getireceğini ve İslam
alemi üzerindeki zulmü kaldıracağını” (Emirdağ Lahikası, s. 259), (Mektubat, s. 411-412), (Mektubat, s. 440), (Şualar, s. 456) belirtmiştir;
ancak bu durum Bediüzzaman hayattayken gerçekleşmemiştir.
11.
“Hz. Mehdi'nin ‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını
taşıyacağını” (Tılsımlar
Mecmuası, s. 168) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman bu ünvana sahip
olmamıştır.
12.
“Hz. Mehdi'nin tüm mezhepleri kaldıracağını ve “en büyük müçtehid” (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran
büyük İslam alimi ve önderi)
olarak içtihad yapacağını (Tılsımlar
Mecmuası, s. 168), (Mektubat, s. 411-412) belirtmiştir; ancak
Bediüzzaman mezhepleri kaldırmamış, Şafi mezhebine uymuştur. (Emirdağ
Lahikası, s. 38), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.202), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.
206) (Emirdağ Lahikası, s.573)
13. “Hz.
Mehdi'nin İslam Birliği’ni sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm
dünya Müslümanlarını tek bir çatı altında toplayarak İslam Birliği’ni
oluşturmamıştır.
14.
“Hz. Mehdi'nin, tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen
seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) açıklamıştır; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde böyle geniş bir kesimin
desteğini almamıştır.
15.
“Hz. Mehdi'nin “üç büyük vazifesini” yerine getirirken çok büyük bir maddi güç
ve hakimiyet sahibi olacağını” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, sf. 9) belirtmiştir;
ancak Bediüzzaman böyle büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyet elde etmemiştir.
16.
“Hz. Mehdi'nin Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman böyle
bir ittifakı gerçekleştirmemiştir.
17.
“Hz. Mehdi'nin Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı süre
içerisinde Hz. İsa'yla birlikte olmamış ve birlikte namaz kılmamıştır.
18. “Hz.
Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru
yola sevk edeceğini” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) söylemiştir; ancak İslam ahlakının dünya hakimiyeti de Bediüzzaman
hayattayken gerçekleşmemiştir.
19. “Hz.
Mehdi'nin, Hz. İsa ile birlikte Süfyaniyet ve Deccaliyet’in fikir sistemini
etkisiz hale getireceklerini” açıklamıştır; ancak Bediüzzaman Hz. İsa ile
biraraya gelmemiş ve bu fikir sistemleri etkisiz hale getirilmemiştir.
BEDİÜZZAMAN’IN SÖZLERİ AÇIKTIR;
TÜM BUNLARIN “BATINİ TEFSİR”
ADI ALTINDA FARKLI ŞEKİLLERDE YORUMLANMASI
GEREKTİĞİ MANTIĞI, BEDİÜZZAMAN’IN
İZAHLARIYLA ÇELİŞMEKTEDİR
Bir kimsenin Hz. Mehdi olabileceğinden
bahsedebilmek için Bediüzzaman'ın yukarıda sayılan sözlerindeki tüm
özelliklerin “tek bir şahıs” üzerinde görülmesi gerekmektedir. Bediüzzaman
hayatını İslam ahlakının tebliğine adamış, bu doğrultuda çok büyük ve şerefli
bir mücadele vermiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu özelliklerine sahip olmamış,
dünya çapında yerine getireceği görevleri yerine getirmemiştir.
Bediüzzaman'ın sözleri ve Hz. Mehdi'ye dair henüz
gerçekleşmemiş alametler, Bediüzzaman'ın Mehdi olmadığını açıkça ortaya
koymaktadır. Ancak bu gerçek, zaman zaman çeşitli şekillerde tevil edilmeye
çalışılmakta; Bediüzzaman'ın sözlerine gerçek anlamlarının dışında birtakım
yorumlar eklenerek farklı düşünceler gündeme getirilebilmektedir. Hatta bu
bakış açısı öyle bir dereceye gelebilmektedir ki, Bediüzzaman'a büyük bir sevgi
ve saygı duyan kimseler dahi, Bediüzzaman’ın söylediklerinin anlaşılabilmesi
için “risalelerdeki sözlerinin yeterli olmayacağını” öne
sürebilmektedirler. Bu sözleri, yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü
olan, özel yeteneklere ve hislere sahip bazı özel kişilerin “batıni tefsir”
yaparak anlayabileceğini savunmaktadırlar. Oysa bu gibi iddialar, böylesine değerli
bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale getirecek son
derece tehlikeli girişimlerdir.
Bediüzzaman’ın bizzat kendisi eserlerinde pek çok
kez bu konunun önemini ifade etmiş; böylesi bir anlayışa karşı olduğu yönündeki
fikirlerini beyan etmiştir. Eğer risalelerdeki metinlerin tefsire ihtiyacı
varsa, bunu yine bu metinler üzerinde yapılacak ek açıklamalarla açıklamanın
uygun olacağını belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde “Bediüzzaman böyle bir
tefsir anlayışına gidilecek olunursa, bunun nasıl suistimale açık hale
geleceğini ve bu yolla risalelerde anlatılan hakikatlerin nasıl aslından
uzaklaşıp değişeceğini” şöyle hatırlatmıştır:
Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda
hâşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir
(uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur,
tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem su-İ
İstİ’male kapI açIlIr, muarIzlar (karşı çıkanlar) istifade ederler. Hem herkes senin gibi
muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan) müdakkik (inceden
inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri bile görmeye çalışan) olmaz, yanlIŞ mana verİr, bİr kelİme İlave eder, ehemmİyetlİ bİr
hakİkatI kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda
(düzeltmelerimde) böyle zararlı ilaveleri çok gördüm... (Emirdağ Lâhikası
Elyazma, s. 661)
Yaşadığı yüzyılın müceddidi olan böyle mübarek
bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren Mehdiyet konusundaki
önemli açıklamalarının da batıni tefsir adı altında yanlış yorumlanmaması son
derece önemlidir. Böyle bir bakış açısı, Risalelerin orijinal halinden
uzaklaşmasına ve Müslümanların yanlış bilgilendirilmelerine neden olacaktır. Bu
da, Bediüzzaman’ın hikmetli sözlerinin ve kıymetli açıklamalarının gereği gibi
takdir edilememesine yol açacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde “Risale-i Nur’un
her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya
görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş
olursunuz. Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.” (Emirdağ Lahikası, s.
159) şeklinde bildirmiştir. Demek ki risaleler, herhangi bir konuda
Bediüzzaman'ın tüm kanaatlerini en açık ve doğru şekilde yansıtmaktadır.
Mehdiyet konusunda da Bediüzzaman çok anlaşılır açıklamalarda bulunmuş,
“kendisinin ya da onun şahsı manevisi olarak Risale-i Nur’un Mehdiyet
vazifesini üstlenmemiş olduğunu; ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinin, Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde ve risalelerde yüzlerce sayfa boyunca anlatılan
özelliklere sahip olmasıyla tanınacağını” hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde
izah etmiştir.
EK BÖLÜM:
Evrim
Teorisinin Sonu
Darwinizm; ara fosil olmadığı halde varmış
telkini yapar… Geçersiz deliller sunar… Bulunan bütün fosiller yaratılışı ispat
ettiği halde bunun tam aksini savunur… Tesadüfler sonucu oluşma ihtimali ancak
10 950'de
1 olan, -yani "oluşması imkansız olan" proteinlerle- yine tesadüfler
sonucunda, sanatçılar, bilim adamları, profesörler meydana geleceğine
inandırmaya çalışır. Hatta meydana gelen profesörlerin, kendilerinin nasıl
tesadüfen meydana geldiğini üniversiteler kurarak araştırdığına da inandırmaya
çalışır…
Darwinizm; bir canlı hücre kromozomunda dev bir
kütüphaneden daha fazla bilgi kodlanmış olmasını, kör tesadüflerin mucizesi
olarak görür… Görmeyen, duymayan, hissetmeyen, şuursuz atomların, gören, duyan,
hisseden, düşünen şuurlu insanlar haline gelmesini, tesadüflerin ilahi gücünden
olduğunu iddia eder… Tesadüf, Darwinizm'in mucizeler meydana getiren ilahıdır.
1. Darwinizm
artık proteinlerin evrimle oluşabileceğini iddia edemiyor. Çünkü tek bir proteinin bile tesadüfen doğru
dizilimle oluşma ihtimali teorik olarak 10 950'de 1 dir. Bu ise gerçekleşmesi
matematiksel olarak imkansız bir ihtimaldir.
2. Darwinizm
artık fosilleri evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü 19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın dört bir
yanında yapılan arkeolojik çalışmalarda, evrimcilerin milyonlarca olduğunu
iddia ettikleri "ara geçiş formu" fosillerinden tek bir tane bile
bulunamadı. "Kayıp halkaların" bilim dışı bir efsane olduğu anlaşıldı.
3. Evrimciler
bugüne kadar bulunmuş olan sayısız fosil karşısında çaresiz kalmışlardır. Çünkü bulunan tüm fosiller yaratılışı destekler,
ispat eder mahiyettedir.
4. Evrimciler
artık Archaopteryx'in kuşların atası olduğunu iddia edemiyor. Çünkü Archaopteryx fosilleri üzerinde yapılan
son incelemeler bu canlının "yarım kuş" olduğu iddiasını çürütmüştür.
Archaopteryx'in uçuş için gerekli anatomi ve beyin yapısını kusursuz olarak
barındırdığı yani bir kuş olduğu anlaşılmış, böylece "kuşların evrimi masalı"
evrimciler için savunulamaz olmuştur.
5. Darwinizm
artık "At Serisi" diye ortaya konulan sahte dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu sahte serinin dizilimi kullanamıyor.
Çünkü bu sahte serinin geçmişte farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda
yaşamış bağımsız canlı türlerinden ibaret olduğu anlaşıldı.
6. Darwinizm
artık sudan karaya çıkış hikayesi için Coelecanth isimli fosili kullanamıyor. Çünkü soyu tükenmiş bir ara-form olduğu iddia
edilen bu canlının halen yaşamakta olan bir dip balığı olduğu ortaya çıkmıştır
ve bu canlı bugüne kadar 200'den fazla sayıda -canlı olarak- yakalanmıştır.
7. Darwinizm,
Ramapithecus, Australopithecus Serisi (A. Bosei, A Robustus, A. Aferensis,
Africanus vb.) gibi canlıların insanların ataları oldukları iddiasını artık
savunamıyor. Çünkü bu fosiller
üzerinde yapılan araştırmalar, bunların insan ile hiçbir ilgisi olmadığını ve
tamamının geçmişte yaşamış maymun türlerinden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
8. Darwinizm
rekonstrüksiyon (canlandırma) çizimlerle artık insanları kandıramayacak. Çünkü eskiden yaşamış hayvanların kalıntılarına
dayanılarak yapılan bu canlandırmaların (rekonstrüksiyon) hiçbir bilimsel
değere sahip olmadığı ve tamamen güvenilmez oldukları bilim adamlarınca açıkça
ortaya konmuştur.
9. Darwinizm
artık "Piltdown Adamı"nı evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü, yapılan araştırmalar "Piltdown
Adamı" diye bir fosilin hiçbir zaman var olmadığını, insana ait bir
kafatasına orangutan çenesi eklenerek insanların 40 yıl boyunca kandırıldığını
ortaya çıkardı.
10. Darwinizm "Nebraska Adamı"nın ve
sözde ailesinin evrimi ispatladığını artık savunamıyor. Çünkü "Nebraska Adamı" hikayesinin
dayandırıldığı azı diş kalıntısının aslında soyu tükenmiş yabani bir domuza ait
olduğu tespit edildi.
11. Darwinizm artık "Doğal Seleksiyonun
evrime sebep olduğu iddiasını savunamıyor. Çünkü, söz konusu mekanizmanın canlıları
evrimleştiremeyeceği, onlara yeni özellikler kazandırmayacağı bilimsel olarak
ispatlanmıştır.
Darwinistlerin yukarıda sayılanlardan başka daha
pek çok yanlış bilgilendirmesi söz konusudur. Bunların tamamının geçersizliği
zaman içinde ortaya çıkmıştır. Örneğin; evrimleştirici özelliği olduğu iddia
edilen mutasyonların tamamen tahrip edici özelliğe sahip olduğu ve canlılara
gelişme değil hastalık, sakatlık veya ölüm getirdiği görülmüştür…
Darwinistlerin insan embriyosunda solungaç olarak gösterdiği yapının gerçekte
insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı
olduğu anlaşılmış, üstelik embriyo çizimlerinde evrimi desteklemek için
değişiklikler yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Bakterilerdeki antibiyotik
direncine ait genetik bilginin bakterinin "var olduğu andan itibaren"
DNA'sında bulunduğu ortaya çıkarılmıştır…
Hicri 13. asrın müceddidi Bediüzzaman
Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda üzerinde durduğu konulardan biri,
-Peygamberimiz (sav)’in Ahir Zaman’da tüm Müslümanlara bir rahmet ve bir
hidayet önderi olarak gönderileceğini bildirdiği- Hz. Mehdi’dir.
Bediüzzaman eserlerinde “şahsı
manevi” kavramından bahsetmiştir. Ancak, bu kavramın kimi zaman, “Bedüzzaman’ın
kullandığı anlamdan tamamen farklı” yorumlandığı görülmektedir.
Bediüzzaman’ın, Peygamberimiz (sav)
tarafından “Mehdi” olarak isimlendirilen bu mübarek kişinin gelişine yönelik
izahları çok kesin, açık ve nettir.
Bu nedenle elinizdeki kitapçığın ilk
bölümünde Bediüzzaman’ın, Hz. Mehdi’nin bir şahıs olarak geleceğini anlattığı
izahları ele alınmakta ve bu konudaki yanlış yorumlamalara açıklık
kazandırılmaktadır.
Kitabın diğer bölüm başlıkları ise şu
şekildedir:
“Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin Siyaset Ve
Saltanat Alanlarındaki Görevlerini Nasıl Açıklamıştır?”, “Bediüzzaman
Eserlerinde, Kendisinin Son Müceddid Ve Mehdi Olmadığını Delilleriyle Birlikte
Açıklamıştır.”